29 Mart 2017 Çarşamba

ALİAĞA RAFİNERİSİNİN KURULUŞ YERİ


Kuruluş Yeri Etmenleri
    
     Genel olarak işletmeler kuruluş yeri seçiminde belli başlı ögeleri kuruluş aşamasında göz önünde bulundurur. Çünkü daha sonradan karşılaşılabilecek sıkıntıları en asgari düzeye indirgemek maliyet açısından önem arz eder. Ögeler; taşıma, ham madde, pazar alanı, iş gücü, su ve su kaynakları, iklim koşulları, sosyal ve kültürel koşullar, enerji kaynakları, jeolojik koşullar. İşletmeler faaliyetlerini sürdürebilmek için bu ögeleri dikkate almak zorundadırlar.
    
Aliağa Rafinerisinin Kuruluş Yeri Seçimi

     İzmir’de ticaretin büyük bir bölümü deniz yolu üzerinden gerçekleşmektedir. Hem ulusal hem de uluslararası düzeydeki ticaretimizin konumsal açıdan en önemli bölümü İzmir’de gerçekleşir. İzmir Limanı ihracat ve ithalat açısından önemli bir yere sahiptir. Ayrıca sadece endüstriyel anlamda değil tarımsal anlamda da hinterlandı geniştir. Bu durum, çevresinde kurulacak veya kurulmuş olan işletme veya sanayi açısından büyük bir değere sahip olduğunu gösterir. Ticaretin yoğun bir şekilde gerçekleştiği bu yer, faaliyetlerin sürdürülebilirliği ve etkinliğin sağlanması yönüyle gözde bir yerdir. Aliağa İzmir’in kuzey ilçelerindendir. Burada kurulacak herhangi bir kuruluş, İzmir ve ticaretini dikkate alacağı ortadadır. Aliağa Rafinerisi de gerek ulaşım gerek jeolojik gerekse de enerji bakımından kuruluş yer seçimi tartışılmaksızın yerinde bir seçimdir. Ancak tarıma, çevreye ve doğaya verdiği zararlar tartışılmaya açıktır.  

Aliağa Rafinerisinin Kuruluş Yerinin Kaynaklar Açısından Değerlendirilmesi
   
     Aliağa Rafinerinin kurulduğu bölge birçok farklı kaynaklara sahip bir bölgedir. Kaynakların bol olması işlerin daha kolay hale gelmesini sağlamaktadır. Aliağa'daki enerji tüketimi İzmir’dekinden daha çoktur. Sebebi bu sanayi kuruluşlarından kaynaklanmaktadır. Yeraltı ve yer üstü kaynaklarının zengin olması, kuruluş aşamasında dikkate alınacak ilk önemli durumlardır. Sulak alanların varlığı da mevcuttur. Zengin olarak bulunan çeşitli kaynakların yanı sıra aktif faylar da bulunmaktadır. Bu fayların aktif olduğunu yaşanan depremler kanıtlar niteliktedir. Aslında fayların varlığı olumsuz bir etkendir. Ancak tüm olumluluklar bir arada olacak değildir.



Aliağa Rafinerisinin Kuruluş Yerinin Ulaştırma Açısından Değerlendirilmesi
    
     Aliağa Rafinerisinin kuruluş yeri, ulaşım açısından pek çok avantajlara sahip bir yerdir. Arazi faktörünün kara yolunu kötü yönde etkilememesi, engebesiz bir arazinin varlığı ve dağların denize dik uzanması kara yolu açısından olanakları mümkün hale getirmektedir. Ayrıca demir yolu hattının da varlığı oldukça etkilidir. Kara yolu ve demir yolu bakımından bölgenin giriş kapısına kadar ulaşım olanağı sağlanması büyük avantaj yaratmaktadır. Bu iki ulaşım ağının yanı sıra Türkiye'nin ticaret yoğunu İzmir Limanının bu bölgede varlığını koruması Aliağa için paha biçilmez değere sahiptir. Liman, yakın ülkelerin yanında Doğu ve Uzak Doğu ülkelerinin de sıklıkla tercih ettiği bir deniz ulaşımı olması ticaretin uluslararası boyuttaki düzeyini gösterir. Bu liman Aliağa Sanayi Bölgesi’ne 50 dakika uzaklıktadır ve demir yolu bağlantısı da vardır. İthalat ve ihracatın yoğun olarak yapıldığı İzmir Limanı Aliağa Rafinerisi için önemlidir. İthal petrolün işlenişi ve depolanması için büyük imkanlara sahip Aliağa Rafinerisi duraksamaksızın işleyişini sürdürmektedir. Deniz yolu, kara yolu, demir yolu ve hava yolunun birleşim merkezi İzmir'e yakınlığı, Aliağa'nın önemini yadsınamayacak niteliğe ulaştırmaktadır. 
     
Aliağa Rafinerisinin Kuruluş Yerinin Tarımsal ve Çevre Kirliliği Açısından Değerlendirilmesi

     Her sanayi kuruluşu veya işletmelerin çevreye verdiği zararın dikkate alınması gerekir. Aliağa ilçe sınırlarında kurulacak olan sanayiler veya işletmeler başta Aliağa olmak üzere Menemen, Foça ve Bergama ilçelerindeki tarımsal etkinliği kötü yönde etkileme olasılığı yüksektir. Ege Bölgesi tarımsal yönüyle yıllardır öne çıkmış bir bölge olması nedeniyle ve dünya çapında tarım etkinliğinde belli ürünlerde birinciliğe oynaması hafife alınacak bir durum değildir. Bu sebeple birçok kuruluş gibi Aliağa Rafinerisi’ de tarıma verilecek zararların ne gibi sonuçlar doğuracağını göz önüne almak zorundadır. Aliağa Rafinerisi kuruluş bakımından çok iyi bir seçim yapmasına karşın tarıma verdiği zarar bu etkinliğini yitirmesi açısından önemlidir. Tarımsal yoğunluğun fazla olduğu bu bölgede sanayi kuruluşların varlığı açısından acı bir durumdur. Aliağa ve çevresindeki tarımın ve hayvancılığın azalmasına neden olmaktadır bu tür kuruluşlar. Aliağa Rafinerisi kuruluş yeri seçimi bakımından, kendi karlılığı ve sürdürülebilirliği açısından olumlu iken çevreye ve genel olarak Ege Bölgesindeki zararı ortadadır.

28 Şubat 2017 Salı

KARBON SALINIMI VE KARBON PİYASASI

     
   Dünya nüfusunun her geçen gün artması ve teknolojik gelişmelerle ekonomik çalışmaların sayısı ve düzeyi artmaktadır. Bu artışla enerjiye olan talep ve ihtiyaçta artmaktadır. Enerji kullanımı da bu sebeple artmakta ve bu kullanımlarla birlikte hava kirliliği, küresel hava kirliliği, çevresel atıklar,  toprak ve su kirliliği ortaya çıkmaktadır. Küresel iklim değişikliğine neden olan sorunların başında insan gelir. Bu iklim değişikliğinin sonucu olarak ortaya çıkacak olan açlık ve kitlesel göçlere karşı önlem alınmaması beklenemez. Bu sebeple sera gazlarına karşı önlem alınması tek bir ülke ile düşünülemeyeceği gibi birçok devlet anlamında bir faaliyetle düşünülebilir ve bu da piyasayı akla getirir. Bu yöndeki çalışmalara da karbon piyasası denir.
   Günümüzde insanların en büyük isteği yaşadıkları ortamların sağlıklı olması ve yaşam düzeylerinin güzel olmasıdır. İnsanların kendi refah seviyeleri ve rahat yaşama isteği çevresel kaynakların bilinçsiz tüketilmesine ve kirletilmesine sebep olmaktadır. Bu istek sonucunda ortaya çıkan karbon salınımı ve küresel ısınma birçok çevresel felaketleri de beraberinde getirmektedir. Aslında genel bir çerçeve ile bakacak olursak, bu aralar dillerden düşmeyen küresel iklim değişikliğinin nedenlerinin yol açtığı sonuçların göz önünde bulundurulması ve yaşadığımız ortamların yaşanılamaz hale gelme korkusu muhasebe alanında faaliyet gösteren kişilerce hem kendi yararını gözeterek hem de topluma bir hizmet olarak bazı girişimlerde bulunulması ile bir gelişme sağlanmakta. Bu gelişme ileri düzeylere ulaşması ile piyasayı meydana getiriyor ve yayılma süreci de başlamış oluyor.
   Geçmişten günümüze kadar süregelen küresel iklim değişikliği konusu, sanayinin gelişmesi ve modern dönem dediğimiz zamana giriş yapmamızla gündeme getirilmeye başlanmış ve üzerinde gerçek anlamda hem sosyolojik açıdan hem de bilimsel anlamda çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Aslında sanayinin gelişmesi ile daha çok karbon salınımı yaşanması da küresel iklim değişikliği konusunda en büyük etkilerden biridir. Bu nedenle hem sanayi dediğimiz hem de pazar dediğimiz alanlardaki gelişmeler göz önüne alınırsa temiz çevrenin ve temiz yaşam alanlarının korunması gerektiği önem arz etmeye başlamıştır. Karbon konusu gerek AB gerekse de Türkiye açısından birincil olmasa da önemli seviye de ele alınan konuların başında gelmiştir. Bu anlamda kuruluşlar öncelikle kendi yararını gözetecek şekilde karbon piyasasına yaklaşmışlardır. Karbon piyasası, amaç olarak temiz çevre, yaşam koşullarının iyileştirilmesi, karbon salınımlarının azaltılması gibi durumlardan dolayı Yeşil Tedarik Zincirini anımsatır. Yeşil Tedarik zinciri, yeşil satın alma, yeşil üretim yönetimi ve lojistik süreci olarak tanımlanabilir. Ayrıca üretim de veya üretim sonrasında, doğaya veya bizim çevremize faydanın maksimum olması da denilebilir. Karbon Piyasası da benzerdir ama sistem farkı var.
  
 Arz Edenler
    
   Karbon salınımının azaltılması amacıyla çeşitli mekanizmalar geliştirilmiştir. Bunlardan biriside, Uluslararası Salım Ticareti Sisteminin kurulmasıdır. Bu sistem de ülkeler uluslararası karbon kredisi piyasalarında ticaret yapabilmektedir. Üretim fazlası kredisi olan ülkeler bu kredileri; salım sınırlaması olan ülkelere azaltım şartları çerçevesinde satış yapabilmektedir.
 Bilgi: ‘’2005 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi çerçevesinde iklim değişikliğine küresel bir tepki olarak Kyoto Protokolü gündeme gelmiştir. 188 ülke, Avrupa Birliği ve Türkiye'nin taraf olduğu bu protokole göre insan kaynaklı karbon salınım miktarının 2008-2012 yılları arasında 1990’da ki seviyesine göre en az %5 oranında azaltılması amaçlanmıştır.’’
   Dünyamız yaşlandıkça yaşam olanaklarımızın da kötüye doğru yol alması nedeniyle gerek siyasi gerekse de ekonomik kuruluşların bu konuda etkinlik gösterip çeşitli birleşmelerle veya yönelimlerle önlem almaya çalışmışlardır. Bu kuruluşlar uluslararası alanda çalışmalarla belli bir piyasa oluşturarak bu duyarlılığı başlatarak arzı gerçekleştirmişlerdir.

Talep ve Toplumsal Fayda ile İlişkisi

   Talep konusunda toplumun etkisi büyüktür. Çünkü toplumun faydasına olmayan hiçbir duruma kuruluşlar dahil olmaz. Toplumun faydası demek kuruluşların karı ve güvenilirliği demektir. Küresel iklim değişikliği toplumun ilgilendiği konuların başında gelir. Bu nedenle toplumun dışında kalamayacak derecede etkileşimi vardır. Yaşamımızı tehdit eden durumlar için alınacak önlemler ilgimizi yoğun bir şekilde bu piyasaya çeker.
   İşletmelerin kuruluş amaçlarında yer alan topluma fayda ilkesi, işletmelerin sürekliliği açısından pek çok öneme sahiptir. Toplumla var olma felsefesi çerçevesinde toplumsuz hiçbir yönelim düşünülemez. Toplum dediğimiz şeyin içinde kendisi de yer alan işletmelerin topluma aykırı davranması düşünülemez ve beklenemez. Yoksa kendi ayağına kurşun sıkmak gibi bir şey olur. Aslında toplumun faydası dediğimiz şey toplumun istekleridir. Toplum kendisi için en iyi durumu ister, kuruluşlar veya işletmelerde bu duruma en iyi cevap vermeye çalışır. Bu nedenle ‘küresel iklim değişikliği’ çerçevesinde düşünecek olursak, insanların kendi yarattığı bu bozulmayı önleme isteği de kendisinde oluşmaktadır. Bu isteğin yerine getirilmesi tek tek insanlar tarafından yerine getirilemeyeceği için birilerinin düşünüp tartışması ve bir topluluğun bu konuda oluşması gerekir. Bu oluşumda siyasi veya ekonomik yönden olabilir. Ekonomik yön daha ağır bastığı için bu yönde adımlar daha göze çarpar.

21 Ocak 2017 Cumartesi

ÜRETİM VE TÜKETİM YÖNETİMİNDEN YÖNETİŞİME DOĞRU

     
       Sanayi devriminden sonra yaşanan devinimlerden birisi olan Fordist üretim şekli ile seri üretim, makineleşme ve daha çok ve daha hızlı fabrikalaşma baş göstermiştir. Bu üretim sürecindeki değişiklikler sadece dar anlamda üretim düzeyinde etkisini göstermekle kalmayıp daha geniş alanlara yayılmıştır. Fordist modelin getirdiği hareketli bant sistemi ile işletmeler/fabrikalar/kuruluşlar daha çok çıktı elde ederek daha az maliyetle üretim sürecinde yol almışlardır. İşletmelerin sürekliliği varsayımı gereği maliyet-girdi-çıktı analizi yapmaları ve daha etkili ve verimli bir bileşen elde etmeleri için organizasyonlarında büyük yenilik ve dinamizm sağlamaları gerekmekteydi. Bu süreçte kuruluşlar daha çok çıktıyı daha az ham madde ve işçilik maliyetleri ile elde etmeyi başarmışlardı. Ancak bu durum belli bir süre sonra sorunları da beraberinde getirecekti. İşçilerin çalışma koşulları, yaşam alanları, emeğin karşılığı ve beklentileri sürekli birbiri ile çatışmaya başlamıştı.
       Fordist üretim süreci ile hız kazanan tek düzelik, sıradanlık ve işe yabancılaşma yerini insanı ön plana çıkaran insana değer veren ve bir makinenin dişlisi olarak görmeyen yeni bir sürece bırakmıştı. Post-Modern diye adlandırılan bu dönemde çalışanların çalışma hayatlarının yanı sıra toplumsal, sosyal ve özel hayatının da ele alınması ile yeni akımlar meydana gelmiştir. Bu akımlar ile birlikte yeni hedefler, yeni vizyonlar ve de yeni misyonlar belirlenmiştir. Bunlardan en önemlisi tüketiciyi hedef alan ve tüketiciyi kendine çekme gücünün keşfedildiği “reklam” ve “reklamcılık” faaliyetleridir. Tüketicinin iradesine, arzularına, isteklerine ve ihtiyaçlarına bir nevi ipotek koymaktadır. Artık kişi kendisinin isteklerinin esiri olmaktan çıkıp ona sunulanın esiri olmaya başlamış ve de tüketim çılgınlığı ve tüketim toplumuna dönüşmeye başlamıştır. Bunun ile birlikte yaşanan gelişmeler her zaman “tüketim” etrafında toplanmış ve merkeze yerleştirilmiştir. Dünya da yaşanan her alandaki “yeni” diyebileceğimiz gelişmeler tüketim merkezli bir sarmala yerleşmekteydi. Teknolojiden sağlığa, gıdadan pazarlamaya, satıştan alışa, ticaretten üretime, finanstan planlamaya her alanda merkezi olarak düşünülmesi gereken ''tüketimdir''.
       İstek, arzu ve ihtiyaçlarımızın ipotek altına alınması ile birlikte daha çok satma daha farklı üretim ve daha çok kazanç ile işletmeler, kurumlar ve kuruluşlar planlı diyebileceğimiz demodeliğe girişmişlerdir. “İcat edilebilecek her şey icat edilmiştir” sözü bir nevi yerini korumaktadır. Zira günümüzde icat denilen durumların eskinin devamı ve geliştirilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Eskinin ürünün yerini bir kaç özellik almış “yeni ürün” almaktadır. Planlı demodelik ile kastedilen durum da yeninin özellik katsayısının artmasıdır.
       Tüketim alanında yaşanan bu gelişmeler ile birlikte organizasyonların yapısında da buna paralel olacak bir şekilde gelişmeler yaşanmıştır. Öncelikle insanlık tarihinin yaşadığı ve yaşamakta olduğu üç gelişme vardır. Bunlar; üretim toplumu-tüketim toplumu-bilgi toplumudur. Günümüz dünyasında bilgi toplumu olarak varlığımızı sürdürmekteyiz. Üretim sürecinde insanın yerini alan makineler ile birlikte insan, üretimi yöneten hale gelmiştir. Artık az kişi ile yönetim, çok kişi ile üretim süreci tersine dönmüş ve de çok kişi ile yönetim sürecine girilmiştir. İşletme ve kuruluşların giderek büyümesi ile yönetme durumu da zorlaşmıştır. Kurum ve kuruluşların bünyeleri üçe ayrılmıştır; iş yapan, işi takip eden ve işi yönetendir. Bu hiyerarşik bir tabloya dönüşmüştür. Alt kademeden orta kademeye ve üst kademeye doğru yayılan bir hiyerarşidir. Sayı bakımından alttan yukarı doğru bir azalma olsa da bilgi bakımından bu durum tam tersinedir. Çalışanların işi yönetme-yöneltme, koordinasyon ve yerine getirme durumları belirli bir plan belirli bir hedef belirli bir amaç etrafında gerçekleşmektedir. Bu amaç kurum veya kuruluşun veya toplumun faydasının gözetilerek yapılması en uygun adım olarak nitelendirilir. Yönetme ve yönetim kavramı da bu süreçler zarfında ortaya çıkmıştır. Bilgi toplumunun en önemli unsuru haline gelmiş ve hızla büyüyen gelişen toplumların (bilgi açısından) sadece yönetim ile yetinememesi sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Bu sorunların en başında yönetim durumunun tek elden, merkezden veya tepeden yapılması gelir.
       Kurum ve kuruluşların küreselleşen dünyada ele aldığı bir takım yeni düzenlemeler mevcuttur. Bunlar günümüzde uygulanması gereken en önemli faktörler olarak görülmektedir. Bu faktörler, koordinasyon, eş güdüm, uyum ve yönetişimdir. Kurum içinde çalışanların birbiri ile ilişkileri ve bu ilişkiler neticesinde de işin yapımına odaklanma ve en uygun düzeyde gerçekleştirmek için yönetimin en iyi yönetim biçimini uygulaması gerekmektedir. Tamamen dikey, hiyerarşiyi koruyan, alta yetki vermeyen ve üstten yetki almayan durumlarda çalışanların ve kurum dışındakilerin üzerinde bir baskı oluşacak ve baskıyı hissedeceklerdir. Bu durumun verimi etkilemesi kaçınılmazdır. Çünkü çalışan, yöneten ve bundan etkilenen üçüncü kişiler daha pasif davranma, isteksiz hareket etme ve de artık kişisel menfaat düşünülmeye başlanacağı açıktır. Bu sebeple üst ve alt çalışanlar arasında koordinasyon ya da eş güdümün yanında yetki devride söz konusu olmalıdır. Yetki devri sadece iş yükünü arttırmak ya da azaltmak olarak değerlendirilirse kötü bir sonuç gibi algılanır. Ancak yetki devri bu tanımın çok çok ötesinde bir durumdur. Zira yetki devri ile beraber üstün astına güveni artmakta astın da üstüne saygısı artmaktadır. Ast verilen görevi başarma çabası içerisinde bir mutluluk duyacaktır. Üst de kurumun daha önemli iş ve işlemleri için daha çok çaba sarf edecektir. Bunun gibi birçok neden sıralanabilir. Yani yetki devri kurum içerisinde yönetişimin önemli bir parçasıdır. Yönetişim, birlikte yönetme, birlikte çaba sarf etme, ortak amaç uğrunda birliktelik, yetki gasbı yapılmadan ortak payda da düşünebilme ve karar verebilme olarak tanımlanabilir. Bu yönetişimin kurumsal bir çerçevede tanımı olabilmektedir.