24 Ocak 2023 Salı

TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA GÜNCEL KONULAR: DOĞU AKDENİZ’DEKİ ENERJİ KAYNAKLARI VE ENERJİ GÜVENLİĞİ

                                                                         ÖZET

Doğu Akdeniz’in uluslararası siyaseti yeni gelişmelere tanık olmakta ve bu durum hidrokarbon olarak adlandırılan doğalgaz, petrol ve sıvılaştırılmış gazın bölgede keşfi ile farklı bir duruma dönüşmektedir. Doğu Akdeniz’in dünya ticaret ve siyasetine etkisinin küresel güç mücadelelerine doğrudan etkisi tartışmasız ortadadır. Bölgenin tarihinde var olan ve günümüze kadar bölge üzerindeki hakimiyet kurma çabaları kesintisiz süre gelmiş olup 2000’li yıllarda keşfedilen enerji kaynakları ile bu mücadele daha keskin ve kırılgan noktaya evrilmiştir. Bu açıdan çalışmamızın esas konusu olan Doğu Akdeniz Enerji Kaynakları ve Enerji Güvenliği noktasında bölge ülkelerinin tavrı ve birbiri ile ilişkilerinin Türkiye bağlamında değerlendirilmesi yapılmıştır. Çalışmamıza enerji kaynaklarından petrol ve doğalgazın dünya açısından konumları ile başlanmış olup devamı bölümde Doğu Akdeniz’in tarihsel sürecine kısa bir değinme yapılmış ve Doğu Akdeniz’in jeopolitik konuma ortaya konmuştur. Devamında Doğu Akdeniz enerji kaynakları ve bölge ülkelerinin şartları ve enerji güvenliği açısından önem arz edecek Türkiye’nin durumu bu bölge ülkeleri ile birlikte değerlendirmeler yapılmıştır. 


Anahtar Kelimeler: Doğu Akdeniz, Enerji Kaynakları, Enerji Güvenliği, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Konumu

             

                                                            Mustafa YENİAY

                                                            İnönü Üniversitesi

                                                       Sosyal Bilimler Enstitüsü

                                             Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler

                                                                    



                                                                    Aralık, 2022

 


                              GİRİŞ

Doğu Akdeniz’deki yeni petrol ve doğal gaz yataklarının hem bölge ülkeleri hem de bölge dışı ülkeler tarafından paylaşılması, dünyanın şu an ki en önemli enerji kaynakları ve enerji güvenliği sorunları durumuna gelmiştir. Bu yeni hidrokarbon rezervlerin Doğu Akdeniz’den başka bölge, ülke ve alanlara taşınması da rezervlerin paylaşılması sorunu kadar önemli bir seviyede bulunmaktadır. Tüm bu koşullar, Türkiye’yi çok yakından ilgilendirmektedir. Doğu Akdeniz hidrokarbon keşif sahaları bölgede yaşanan ve yaşanmakta olan çatışmalar aslında vekalet savaşları olarak görülürken giderek hibrit olarak nitelendirilen savaşlar şeklini almaktadır. Böylece bölgeden gelecek olan enerji güvenliği açısından sıcak haberler ve bazı çatışmalar olasıdır. Bölgeye ilgisi ve kıyısı olan ülkeler bu riskleri alamamak adına birtakım ilanlar yapmakta ve ilişkileri bakımından kendine yakın gördüğü ayrıca enerjinin maliyetini de düşünerek aralarında anlaşmalar gerçekleştirmektedir. Bu meselelerin ortaya konulabilmesi ve anlaşılabilmesi için enerji kaynakları, enerji güvenliği, Doğu Akdeniz’in önemi, Doğu Akdeniz Enerji kaynakları ve Doğu Akdeniz enerji güvenliğine sırasıyla yer verdik. 

                1. ENERJİ KAYNAKLARI

Enerji kaynaklarının bir kısmı kısa sürede yenilenebilmektedir. Bu tür enerji kaynaklarına “yenilenebilir” enerji kaynakları denir, tükettiğimiz ve kısa sürede üretilemeyen enerji kaynakları yenilenemez enerji kaynakları denir. Böylece tüm enerji kaynakları iki kategoriye ayrılabilir: yenilenebilir kaynaklar ve yenilenemez enerji kaynakları. Şu anda enerjimizin çoğunu yenilenemeyen enerjiden elde ettiğimiz bir gerçektir. Petrol, doğal gaz, kömür gibi enerji kaynakları niceliksel olarak ölçülebilen kaynaklar olduğundan bu tarz kaynaklar gelecekte tükenme potansiyeli olan kaynaklardır (Engin, 2010:235). Mevcut ve gelecekteki enerji gereksinimlerinde, petrol ve doğal gaz rezervlerimizin 30-35 yıl daha dayanması beklenmektedir (önemli yeni sahaların bulunmadığı varsayıldığında). Dünya enerji talebindeki yaşanan hızlı artış 2020 yılının 1990’a kıyasında, %65 oranında bir enerji artışı görülmüş olup özellikle yenilenemez enerji kaynaklarından olan şu üç enerji kaynağı, petrol, doğal gaz ve kömür, toplam enerjideki önemli bir bölümü temsil etmektedir (Aydın, 2022:89).  

      1.1. Petrol 

Enerji taleplerimizin %85'inden fazlası fosil yakıtların yakılmasıyla karşılanmaktadır. Birincil enerji kaynakları içerisinde önemli bir değere sahip olan petrol, 2017 yılı itibariyle dünyadaki talep edilen tüm enerjinin %33,7’sini karşılamaktadır (Engin, 2010:238). Petrol önemli bir enerji kaynağı olmasından ötürü 20. Yüzyıldaki savaşların temel nedeni olmuştur. Dünyada kanıtlanabilmiş petrol rezervlerinin miktarı 1.779,7 milyar varil şeklinde belirlenmiştir. Petrol rezervlerinin dünya üzerinde bölgeler açısından dağılımına baktığımızda %47,6’sı Orta Doğu ülkelerinde, %19,5’u Güney ve Orta Amerika ülkelerinde, %13,3’ü Kuzey Amerika ülkelerinde yer almaktadır (İstikbal, 2021:36). Dünya üzerinde var olan ve üretilebilir nitelikte olan petrolün büyük çoğunluğu ülkemiz çevresinde yer almaktadır. Ancak bu duruma rağmen Türkiye petrol ve doğal gaz noktasında dışa yüksek oranda bağlı ve açığı vardır. 

      1.2. Doğal Gaz

Doğal gaz verimli ve daha az zararı bulunan fosil kaynakları arasında bulunmaktadır. Dünyadaki enerji üretiminde birincil üretimdeki payı %24’dür. 2021 yılı küresel doğal gaz üretimi 4.04 trilyon m3 olarak gerçekleşmiştir. Doğal gaz talebinin 2030 yılında 4,62 trilyon m3 2040 yılında 5,38 trilyon m3 olarak gerçekleşeceği kestiriminde bulunulmuştur. Dünya doğal gaz piyasasında Rusya Federasyonu dışarıya satım açısından birinci sırada yer almakta iken İran üretimde üst sıralarda yer alırken dışarıya satımda ambargolar nedeniyle alt sıralardadır (İstikbal, 2021:39).  Dünyada doğal gazın önemi gün geçtikçe artmakta özellikle Avrupa için olmazsa olmaz noktasına gelmiştir. Zira doğal gaz enerjide diğer yakıtlara göre daha çevre dostu olması ve diğer enerji kaynaklarının rezervlerinde yaşanan kaygılar ülkelerin gözünü bu alana çevirmektedir. 

Doğal gaz rezervlerinin dünya üzerindeki dağılımı bölgeler bazında incelendiğinde; Orta doğu %42,9 Avrasya %28,7 Asya Pasifik %8,4 Afrika %7,5 Kuzey Amerika %6,9 Orta ve Güney Amerika %4,1 ve Avrupa %1,5 olarak pay almaktadır (Türkiye Petrolleri A.O., 2021).

         2. DOĞU AKDENİZ VE TARİHSEL SÜREÇ

2.1. Tarihsel Süreç

Akdeniz denildiği zaman ilk akla gelen karşıtlıkların bir araya gelmesidir. Doğu ile Batı, Güney ile Kuzey, Avrupa ile Afrika ve hatta İslam ile Hristiyanlığın karşılaşma merkezi olarak ifade etmek mümkündür. Bu kadar karşıtlıkların meydana geldiği bir yer tabii ki de dünyanın merkezi olacaktır. Dünya haritasındaki konumu da bu ifademizi kanıtlamaktadır. 

Aslında dünyanın ortası tanımına uygun olarak bir kavşak noktası olan ve öne çıkan Akdeniz’de, tarih boyunca kesintiye uğramadan süren mücadele ve hegemonya savaşlarının sadece aktörleri değişmektedir (Yıldız, 2009:13-14). 20. Yüzyıla kadar yaşanan mücadele ve savaşların ekserisi Dünya ve Avrupa ticaretini tekeline almak isteyen güçlerin savaşı olmuştur. 20. Yüzyıl ile birlikte petrol, yaşam alanlarımızda kullanım alanı giderek artan bir kaynak haline gelmiş ve Doğu Akdeniz bu noktada önemli ticari yol kavşağı olmuştur. 21. Yüzyıl ile birlikte bölgede yeni keşfedilen doğalgaz ile burada yeni çatışma ve güç mücadelelerine sahne olma durumuna düşmüştür (Özekin, 2020:7-8). 

2.2. Doğu Akdeniz

Doğu Akdeniz  olarak belirtilen yer coğrafi olarak bakıldığında petrol yataklarına yakınlığı göze çarpmaktadır. Bu nedenle Doğu Akdeniz her zaman uğruna savaşılacak ve mücadele edilecek bir yer konumundadır. Dünyanın tüm büyük savaşları yüzyılların diplomasisinin gündeminde olan Doğu Akdeniz ile doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantılı olmasına karşın Doğu Akdeniz tek bir gücün mutlak hegemonyasına girmeyecek kadar önemli bir bölge durumuna gelmiştir (Yıldız, 2009, s.16). Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası dönemde Doğu Akdeniz’de dinamik olarak değişen bölgesel/küresel ittifaklar, ideolojik, tarihsel ve kültürel ilişkilerden ziyade, ülkelerin enerji ve deniz güvenliği çıkarları ile paralellik göstermiştir (Ünal, 2015, s.1). 

1950’lerden sonra Doğu Akdeniz ve çevresinde meydan gelen gelişmeler, krizler ve savaşlar farklı ittifak gruplarını ve yeni safları oluşturmuştur. Bu gelişmelerden bazıları şunlardır; Arap-İsrail savaşları, enerji krizleri, Kıbrıs sorunu, Arap Baharı ve Suriye İç savaşı olmak üzere birçok hakimiyet durumu bölgede yaşanmıştır. Bu güç hakimiyeti anlayışlarının en önem arz eden unsuru ise, enerji ve enerji güvenliğinin kontrol altına alınması olmuştur (Ünal, 2015, s.4).  Dünya ekonomisinin lokomotifi durumundaki ticaret bağlamında yüzyıllardır son derece kritik ehemmiyete haiz bir yerde konumlanan Doğu Akdeniz bölgesinde, Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra, 2000’li yıllar itibariyle devletlerarası ilişkiler ve rekabet bağlamında jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik unsurları bünyesinde barındıran bu bölgede İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Mısır ve Lübnan’da keşfedilen zengin doğalgaz kaynaklarının yeryüzüne çıkartılarak, öncelikli olarak bu ülkelere, daha sonrasında da özellikle doğalgaz tedariki bağlamında ciddi bağımlılık seviyeleri tecrübe eden Türkiye ve Avrupa piyasalarına aktarılması çerçevesinde çeşitli girişimlerin merkezde olduğu yeni bir olgu gün yüzüne çıkmıştır (Kısacık&Helvacıköylü, 2020, s.87). Tarih boyunca sahip olduğu jeopolitik konumun getirdiği ticari ve ulaşım konularındaki avantajlarla öne çıkan Doğu Akdeniz, yirmi birinci yüzyılda keşfedilen hidrokarbon kaynaklarıyla önemini artırmış, öne çıkan enerji jeopolitiği de bölge devletleri arasında güç mücadeleleri yaşanmasına neden olmuştur (Alhan, 2021:1441).

Akdeniz'de yılda 220.000 gemi geçişi olmakta ve bu da Doğu Akdeniz'in değerini ortaya koymaktadır. Amerikan Jeolojik Araştırma Merkezi'ne göre petrol, doğal gaz ve sıvı doğal gaz rezervlerinin bölgedeki değeri 1,5 trilyon $, hidrokarbon rezervinin değeri ise 3 trilyon $ olarak tahmin edilmiş ancak bu rezervler hali hazırda keşfedilmemiş, keşfi beklenmektedir. Keşfedilecek olan bu rezervlerin işletilmesi ülkeler arasında bir sorun oluşturmakta, bu sorunun ana sebebi ülkelerin kendi deniz alanlarının paylaşılması olmakta ancak bölgedeki ülkeler bu soruna bir çözüm bulamamaktadır (İstikbal, 2021:)

                 3. DOĞU AKDENİZ’DE ENERJİ KAYNAKLARI

Doğu Akdeniz’de ve özellikle Kıbrıs açıklarında varlığı tartışılan doğal gaz ve petrol rezervlerinin varlığının kanıtlanması ve Akdeniz’e komşu ülkelerle uluslararası aktörlerin yürüttüğü keşif ve sondaj faaliyetleri Doğu Akdeniz enerji jeopolitiğinde yeni dengelerin ortaya çıkmasına mahal vermiştir (Özekin, 2020, s.3). Doğu Akdeniz’de 2000’li yıllarda yapılan keşifler ile hidrokarbon olarak niteleyebileceğimiz petrol, doğalgaz ve sıvılaştırılmış gaz keşfedilmiş ve bu durum Doğu Akdeniz Enerji Kaynakları Sorununa dönüşmüştür.

Bu sorun 2000'li yılların başında enerji rezervlerinin keşfedilmesinden bu yana devam etmekte olup bu keşiflerden sonra Doğu Akdeniz'e kıyısı olan tüm ülkeler bu enerji rezervleri için mücadele etmektedir. Çünkü bu enerji kaynaklarının çıkarılması ve araştırma süreci gecikmekte ve bu nedenle kaynaklar kullanılamamaktadır. Bu sorunu daha iyi anlamak için buradaki kaynakların miktarını, kıyıdaş ülkelerin politikalarını ve yapılan çalışmaların ne olduğunu bilmemiz elzemdir.

Dünya üzerinde kanıtlanmış petrolün %47’sinin, doğal gaz rezervlerinin ise %43’ünün yer aldığı coğrafik konum Doğu Akdeniz olarak gösterilmektedir. Bu bölge insanlık tarihi süresince her dönem önemli olmuş ve önemli olmaya devam edeceği de açıktır. Bölge ayrıca Kafkas ve Orta Doğu’dan Avrupa’ya ve Atlantik’e aktarılacak olan petrol ticaretinin açılan bir kapısı hükmündedir. Bu havzanın günümüzde stratejik açıdan önemini yükselten bir başka etmen de 2000’li yılların başından bu zamana kadar süren doğal gaz keşif arama çalışmaları ile meydana çıkarılan ve çok büyük potansiyel arz eden gaz yataklarını sınırları içerisine almasıdır. 

Doğu Akdeniz havzasında yer alan bu enerji kaynakları üzerinde bulunduğu konum itibari ile hak sahibi olduğunu iddia eden devletler, Birleşmiş Milletler (BM) Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin deniz yetki alanlarını düzenleyen kuralları çerçevesinde bakılırsa, Türkiye, Lübnan, Suriye, Gazze Şeridi ile Filistin, , İsrail,  Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) olarak görülmektedir.

Yeni keşfi yapılan doğal gaz kaynaklarının bulunduğu başlıca önemli sahalar ise Afrodit, Leviathan, Nil, Herodot ve Zohr havzalarıdır. Afrodit, Kıbrıs Adasının güneyindeki sahaya verilen isimdir. Leviathan, Afrodit'in güneydoğusunda Kıbrıs Adası ile İsrail arasında kalan bölgedir. Nil, Kıbrıs Adası ile Mısır arasında, Herodot ise Kıbrıs Adası ile Girit Adası'nın güneydoğusunda kalan sahadır (Hava,2020:685-689).

3.1. Bölge Ülkelerin Durumu

Siyasi dengeler bu enerji kaynakların paylaşımında önemli rol oynamakta ve örneğin, Türkiye'nin dış politikasındaki sorunlar nedeniyle, Türkiye'nin Yunanistan, Güney Kıbrıs, Suriye, İsrail ve Mısır arasındaki ilişkileri sıkıntılıdır. Bu sıkıntılar Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki etkisini azaltmakta, Türkiye'ye karşı ittifaklara neden olmaktadır. Örneğin, Sisi darbesinden sonra Mısır ve Türkiye arasındaki ilişki koptu. Doğu Akdeniz'de Türkiye için en zararlı durumdu çünkü Türkiye ve Mısır burada en büyük kıyıya sahip ve bu rezervlerin araştırılması ve paylaşılmasında etkilerinin artmasına yardımcı oluyor. Türkiye Mısır ile ilişkilerini onarmadığı için Mısır, Güney Kıbrıs ve Yunanistan ile ittifak kurmuş, bu ittifakın yardımıyla Mısır kendisi avantaj sağlamış ve Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki etkisini azaltmıştır (Aşçı, 2020:). 

Mısır’ın deniz alanı kapsamında yer alan Zohr bölgesinde İtalyan ENI şirketi 2015 yılında 850 milyar metreküp olarak tahmini kestirimde bulunulan büyük bir doğal gaz rezervi ortaya çıkarmıştır. Bu rezervlerin kısa sürede işletilmeye uygun olması Mısır'ı ekonomik olarak kaygılarından kurtardığı gibi, enerji piyasasında doğal gaz dışsatımcısı konumuna getirmiştir (İstikbal, 2021:94-95). 

Türkiye'nin İsrail ile olan sorunları da Türkiye'ye zarar vermektedir. Örneğin, Türkiye'nin Filistin meselesindeki kararlı tutumu ve Ortadoğu'da İsrail ile yaşanan diğer güncel sorunlar, ilişkileri ciddi şekilde zedeliyor. Doğu Akdeniz'deki rezervler Filistin'den daha önemli olduğu ve önceliğin buraya verilmesi gerekliliği ülke çıkarı açısından ortada durmaktadır. İsrail rezervlerini satmak istiyor, bu Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkinin iyileşmesine yardımcı olabilir. Rezervlerin karı, ilişkiyi geliştirmek için motivasyon olabilir. İsrail, deniz sahasını Kıbrıs ile paylaşma sorununda Türkiye'yi destekleyebilir. Bu destek sayesinde Türkiye bu sorundaki etkisini artırabilir. 

İsrail, bölgede “enerji fakiri” bir devlet durumunda yer alırken, deniz yetki alanı içinde 2009'da Levant havzası Tamar sahasında ve 2010 yılında Levant havzası Leviathan sahasında belli düzeylerde gaz keşfi yapmıştır. Bu keşifler nihayetinde İsrail'in enerji noktasında olan dışarıya bağlı olma durumu önemli ölçüde değiştiği gibi, enerji alanındaki konumu da dışarıdan alıma yönelik politikalardan dışarıya satışa yönelik enerji politikalarına doğru dönüşmüştür (Hava, 2020:695-696).

Bölgede yer alan devletlerinden bir başka olan Filistin, enerjide İsrail’e tam olarak bir bağımlılığı söz konusudur. Doğu Akdeniz’de kestirimde bulunulan enerji rezervleri üzerindeki hakları İsrail tarafından yok edilmeye ve yok sayılma çabalarına kurban edilmektedir. Filistin bu hegemonya ve baskılar içerisinde Gazze deniz sahasındaki rezervler üzerine bazı etkisiz olsa da stratejik planlar yapmaktadır. 

Türkiye, Güney Kıbrıs ve Yunanistan arasındaki ilişki sadece Doğu Akdeniz'deki rezervlerden ibaret değildir. Ege Adaları sorunu ve çatışma gibi bazı önemli sorunlar da vardır. Bu sorunlar nedeniyle bu ülkeler ilişkileri konusunda bir anlaşmaya varamazlar. Ayrıca bu ülkeler, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki çıkarlarını engellemek için kurulan ittifakların da öncüsü oldular. Türkiye, İsrail ve Mısır'ın desteğini sağlamalıdır. Bunlar, Güney Kıbrıs ve Yunanistan'ın çıkarlarını engellemek için önemli bölgesel ortaklardır. Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan'dan daha güçlü ve etkilidir, bu özellikleri sayesinde Türkiye, İsrail ve Mısır'ın Doğu Akdeniz ihtilafının çözümüne ulaşması için daha müsait bir ortaktır. Ayrıca Türkiye, Güney Kıbrıs'ın talep ettiği bazı parsellerin hakları konusunda Mısır ve İsrail'i desteklerse, bu ülkelerin desteğini alması daha kolay olabilir (Karagöl ve Özdemir, 2017:47-48). 

3.2. Bölge Dışı Ülkelerin Durumu

Doğu Akdeniz sorunu sadece bölgesel bir sorun değildir. Bundan dolayı ABD, Rusya ve Avrupa ülkeleri gibi bu sorunda çıkarı olan bazı ülkeler bulunmaktadır. Örneğin Rusya bu kaynaklara hâkim olmak istiyor. Çünkü bu kaynaklar Avrupa'nın Rusya'nın kaynaklarına olan bağımlılığını azaltacak ve Rusya ekonomisine ciddi zararlar verecektir. Rusya, Doğu Akdeniz'deki hedeflerini sağlamak için Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile iş birliği yapmaya çalışmaktadır. Bu durum Türkiye'nin çıkarlarını tehdit etmektedir. Ayrıca Amerikan ve Avrupalı şirketler de bu kaynaklarla ilgilenmektedir. Geçtiğimiz günlerde Güney Kıbrıs'ın iddia ettiği parsele araştırma yapmak için İtalyan sondaj gemisi geldi, ancak Türk askeri gemisi bu gemiye izin vermedi ve geri dönmek zorunda kaldı. Maalesef bunlar geçici çözümler ve bunlar Doğu Akdeniz'deki çatışmayı artırabilir.

Rusya Federasyonu, yeryüzünde var olan belirlenmiş doğal gaz rezervlerinin yaklaşık %25'ine sahip bir devlet olarak, Doğu Akdeniz'de bulunan yüksek miktarlardaki enerji kaynaklarına kayıtsız davranmamaktadır. Doğu Akdeniz'de var olduğu kestiriminde bulunulan doğal gaz kaynaklarının rezerv büyüklüğü bakımından Rusya Federasyonu'nun sahip bulunduğu doğal gaz rezervleri ile yarışacak durumda olup olmadığı net bir biçimde bilinmemektedir. Bununla birlikte, Rusya Federasyonu'nun en büyük enerji şirketlerinden olan Gazprom, belli alanlarda arama ve üretim için lisans alma, ayrıca sıvılaştırılmış doğal gaz (Liquid Natural Gas: LNG) için alt yapı çalışmalarında yer bulma çabası içindedir (Örnek ve Mızrak, 2016:25-26).

Enerji projeksiyonları ve bunlara bağlı olarak gelişen enerji politikalarının özünde enerji kaynaklarına egemen olmayı esas alan ABD, söylem olarak bölgede istikrarı sağlamak amacıyla bulunmakta olduğunu ileri sürmektedir ve herhangi bir sıcak çatışma durumunda kendisine avantaj sağlayacak güçlü bir deniz gücü olan altıncı filo ile bölgede askeri varlığını konumlandırmıştır. Akdeniz'deki sondaj çalışmalarının çoğunlukla ABD'li enerji şirketi Noble tarafından gerçekleştirilmekte olması, bu büyük askeri gücün bölgedeki varlığını yeterince anlamlı kılmaktadır (İstikbal, 2021).

3.3. Türkiye’nin Durumu

Genel olarak bakıldığında, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki çıkarlarını korumak için kıyı ülkeleri olan Mısır ve İsrail ile arasını düzeltmesi ve bu ülkeleri Yunanistan ve Güney Kıbrıs'a karşı tavır almaya ikna etmesi gerektiği görülmektedir. Ayrıca güçlü ülkelerin desteğine ulaşabilmek için, Türkiye'nin bölgede belirleyici bir ülke olduğunun Türkiye tarafından kanıtlanması gerekmektedir. Türkiye, bu soruna çözüm bulmak için donanmasının gücünü göstererek ve kıyıdaş ülkelerle anlaşarak bunu yapabilir. Türkiye'nin bu sorunu bir an önce çözmesi gerekiyor çünkü Rusya ve İran'ın kaynağına bağımlı olması bölge sorunlarında etkisini sınırlıyor. Bu kaynaklar Türkiye'nin ekonomik durumu için faydalı olacaktır. Bu kaynaklardan elde edilecek kazanç Türkiye'nin ekonomik kalkınmasına yardımcı olacaktır.

Türkiye, enerji bakımından büyük ölçüde dışa bağımlı bir devlettir. Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) tarafından açıklanan 2017 yılı enerji dışalımı bağımlılığı verilerine göre, Avrupa'da 39 ülke arasında enerjide dışa bağımlı 5. Devlettir. Bu dışalım içerisinde doğal gaz da önemli yer tutmaktadır. Türkiye, toplam enerji tüketiminin %30'a yakınını doğal gazdan karşılamaktadır. Türkiye, kullandığı doğal gazın yaklaşık %52'sini Rusya'dan, %17'sini İran'dan ve %12'sini Azerbaycan’dan boru hatları ile kalan %13'ü Cezayir, Katar ve Nijerya'dan deniz yoluyla tankerlerle taşınan sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) dışalımı ile karşılanmaktadır.

Yüksek oranda kullanılan bir diğer enerji kaynağı olan ham petrolde ise, Türkiye'nin dışalımının yaklaşık %50'si İran, %22'si Irak, %10'u Rusya ve %12'si Suudi Arabistan ve Kuveyt'ten gelmektedir. 

Bu çerçeveden bakıldığında, Doğu Akdeniz'de yeni bulunan doğal gaz rezervlerinin Türkiye ekonomisi açısından dışa bağımlılığı azaltma potansiyeli olarak da önem taşıdığı görülmektedir. Bu enerji kaynağında yüzde yüz dışa bağımlı olan Türkiye açısından söz konusu havzadaki gaz rezervleri, ekonomik güvenlik yanında enerji arz güvenliği bakımından yaşamsal öneme sahiptir (İstikbal, 2021:274-277). 

                        4. DOĞU AKDENİZ’DE ENERJİ GÜVENLİĞİ

4.1. Enerji Güvenliği

Enerji güvenliğini genel olarak tanımlayacak olursak, bir ülkenin kendi vatandaşlarına ülkede yaşayanlara sürdürülebilir, duraksamaksızın, güvenilir ve uygun maliyetlerle enerji hizmetinin sağlanmasıdır. Enerji güvenliğini, askeri anlamdaki güvenlik olarak algılamaktan ziyade enerjinin bulunması, dağıtılması ve bu alanda ülke haklarının savunulması olarak algılamak daha doğru olacaktır. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), enerji güvenliğini şu şekilde tanımını yapmaktadır, kesintiye uğramayan makul ederli enerji kaynaklarının varlığıdır. Enerji güvenliğinde var olan tehdit ve riskler ülkenin genel olarak bütçesinde, enerji ithalat/ihracat sisteminde ve uygulanmakta olan enerji politikasında geniş anlamda değişimler yaşanmasına yol açabilmektedir. Ülkelerin enerji alanındaki üretim faaliyetlerini yürütebilmeleri için ihtiyaç duyulan enerjiyi elde etme zorunluluğu manasına gelmekte olan ulusal enerji güvenliği, dünya çapındaki enerji güvenliğinin de önemli bir eklemidir (Aşçı, 2020:20). 

Ülkelerin enerjiye olan ihtiyaçları ile enerji güvenliği şekillenmektedir. Şöyle ki, bir ülkenin ihtiyaç duyduğu enerjinin miktarı oranında enerji talebi söz konusu olacak ve bu enerji talebini karşılayabilmek için o ülke kendi sınırlarında (denizel, karasal) arama bulma faaliyetine girişecektir (Karabulut, 2016:33-34). Bu faaliyetler denizel anlamda başka ülkelerin alanları ile çakışma noktasına gelmekte ve ortaya bir sorun çıkarmaktadır. Soruna yaklaşım tarzı ülkenin enerji güvenliği politikasını ortaya çıkarır. Enerji güvenliğine olan yaklaşımımız genel olarak küresel piyasaların/pazarların ticari ilişkilere açık olması, açık denizde veya karada bulunmakta olan petrol ve gaz boru hatları, platformları, rafineriler, depolar ve dağıtım sistemlerinin güvenliğinin sağlanması olarak ortaya çıkmaktadır (Hatipoğlu, 2019:1). Günümüze geldiğimizde bu tanımlar varlığını bir şekilde korusa da şekil değiştirmiştir. Enerji güvenliği sadece devletler arası değil enerjiyi bulmak, çıkarmak ve dağıtmakla görevlendirilmiş veya yetkili kılınmış şirketler arası da önem taşımaya başlamıştır. 

Ülkeler enerji güvenliklerini fiziksel anlamda sağlamanın yanında soyut biçim olan kanun, yasa veya anlaşmalarla da sağlamaktadırlar. Bunlardan en önemlileri olan ve denizel anlamda bir koruma sağlayan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, Münhasır Ekonomik Bölge ve Kıta Sahanlığı olarak sayabiliriz. BMDHS, kıyı devletine kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)’de belli alanlarda egemenliğini ve varlığını koruma hakları tanımıştır. Kıyı devleti, kıta sahanlığında, bu bölge üzerinde her türlü araştırma ve incelemede bulunulması ve bulunan doğal kaynaklarının işlenmesi ve işletilmesi noktasında, MEB’de ise, bulunması muhtemel doğal kaynakların işletilmesi, araştırılması, muhafazası, yönetimi meseleleri ile bölgenin ekonomik gayelerle araştırılması ve işletilmesinde egemen haklara sahiptir (Ertuğrul, 2017:42).

4.2. Doğu Akdeniz Bölgesi Ülkelerin Enerji Güvenliği

Üç kıtanın kesişim noktasında bulunan Doğu Akdeniz, bölgesel ve küresel anlamda devletlerarası güç mücadelesinin yaşandığı bir coğrafik alan olmuştur. Doğu Akdeniz’in önemi sadece 2000’li yıllarda keşfedilen zengin hidrokarbon rezervlerden değil bölgenin bu tarz rezervlerin taşınması noktasında bir ticaret kavşağı olması açısından da önem taşımaktadır. Bu nedenle Doğu Akdeniz bölgedeki devletlerin ve bölge dışı devletlerin müdahil olduğu ve olacağı bir zemin olmaya her zaman devam edecektir. Bölge enerji açısından kıyı ülkelere bir dizi ekonomik fırsatlar sunmakla birlikte burada yaşanan yeni enerji kaynak keşif çalışmaları, sismik araştırmalar, siyasi gerilimler ve özellikle deniz yetki alanlarının sınırlandırılması gibi durumlar enerji güvenliği ve devletlerin güvenliği açısından hassas bir zemin oluşturmaktadır.  

4.2.1. Mısır

Mısır’ın Doğu Akdeniz Bölgesinde altı devletle deniz sınırı durumu bulunmaktadır ve Mısır BMDHS’yi onaylamış bir ülke konumundadır. Mısır, 2003 yılında GKRY ile Akdeniz’de ilk deniz sınırını tamamen, 2020 yılında da Yunanistan ile deniz sınırını kısmen belirlemiş olup bu iki sınırlandırma işlemi de diğer taraf devlet olan Türkiye’nin onay ve rızası alınmadan emrivaki yapıldığından dolayı uluslararası hukuka uymamakta ve ihlal etmektedir (İstikbal, 2021:). Bu anlaşma Mısır’da belli bir süre sonra kendi iç hukuk düzenlemelerinden dolayı tek taraflı olarak feshedilmiştir. Daha sonrasında Mısır’da darbe ile yönetime gelen Sisi bu anlaşmayı tekrar gündeme getirmiş. Bu durumun en önemli sebebi de Türkiye ile Sisi yönetimi ilişkilerinin gerilmesi ve kopmasıdır. Ayrıca uluslararası alanda faaliyette bulunan enerji şirketlerinin Doğu Akdeniz’de rezervlerin yoğun olduğu Mısır’ın deniz alanındaki bölgede yaptıkları hidrokarbon keşiflerinin de anlaşmanın gündeme gelmesinde önemli etkisi olmuştur. Öncelikle bölgeden çıkarılacak ve dağıtılacak enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara dağıtımı konusu önemli bir mesele olarak değerlendirilmiş ve bu süreçte enerji gereksinimi devamlı yükselen Mısır’ın Doğu Akdeniz’deki konumu gittikçe önem kazanmıştır (Aşçı, 2020:65). 

Ekim 2014’de Mısır-GKRY-Yunanistan arasında doğrudan görüşmeler yapılarak belli kararlar alınmış ve bunlar Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon arama çıkarma faaliyetlerinin yoğunlaştırılmasına yönelik birlikte çalışma anlaşmasıydı. İlgili üç ülke MEB alanlarının sınırlandırılması çalışmalarının tekrar başlatılması ve Türkiye’nin “GKRY’nin MEB’indeki” yapmış olduğu çalışma ve faaliyetlerini sona erdirmesini talep etmişlerdir (Peker vd., 2019:99).

Mısır ile Türkiye arasında yaşanan kolektif gerilim Mısır, İsrail ve GKRY arasında daha önce benzeri görülmemiş stratejik bir iş birliğine dönüştürmüştür. Enerji güvenliği meselesindeki bu iş birliği, 2010 yılında İsrail’in kendi açık deniz bölgesinde yer alan Leviathan sahasında dünyanın en büyük doğal gaz rezervinin keşfedilmesiyle hız kazanmış ve Türkiye aleyhine gelişmelere yol açmıştır. Leviathan’ın ilerlemesini ve yapılan keşiflerin ortaya konmasını finanse edebilmek için dışarıya satım gelirlerine ihtiyaç duyulduğundan bu dışsatım planı doğrultusunda Mısır ile İsrail arasında var olan ilişkiler güç kazanmıştır. 2015 yılında da Mısır’ın kendi münhasır ekonomik bölgesinde büyük gaz alanı olan Zohr keşfedilmiştir. Bu keşif Akdeniz’in şimdiye kadarki en büyük doğal gaz rezervi olarak kabul edilmektedir. Bu Zohr havzasında var olduğu kestirilen 850 milyar metreküp doğal gaz rezervinin üretimi ile Mısır’ın tüm yurtiçindeki gaz talebini tam olarak karşıladıktan sonra geriye kalan gaz LNG sistemi ile dışsatım kapsamında pazarlanması amaçlanmaktadır (Aşçı, 2020:67). 

4.2.2. İsrail

ABD Jeolojik Araştırma Merkezi’nin 2010 yılında yayınladığı raporda, İsrail ile Kıbrıs Adası arasındaki Leviathan sahasında teknik olarak çıkarılması mümkün ama henüz keşfedilmemiş, tahmini 3,5 trilyon metreküp doğal gaz kaynağı ve 1,7 milyar varil petrol rezervinin varlığından söz edilmektedir (Kedikli ve Çalağan, 2017:130).

İsrail, BMDHS imzalayan ve onaylayan devletlerden biri olmamıştır. Ancak İsrail kendi hakları açısından önem arz eden bu antlaşma kuralları uyarınca kendi deniz yetki alanlarını kullanmaktan geri durmamaktadır. İsrail ile GKRY Doğu Akdeniz’de keşfedilmiş olan yeni rezervlerin ardından 2010 yılında MEB Antlaşması imzalamışlardır. Bu anlaşmayı 2011 yılında BM’ye bildirmiştir. İsrail’in deniz yetki alanları içerisinde sahip olduğu gaz alanlarındaki rezerv kestirimleri İsrail’in ihtiyaç duyduğu enerjiden daha fazlasına tekabül etmekte ve bu durum İsrail’i gaz dışsatımcısı konumuna getirecek büyüklüktedir. Buradaki dışsatım olarak konulan hedef ülkeler Avrupa ülkeleridir. İsrail, Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan ile 2020 yılında Doğu Akdeniz doğal gaz boru hattı projesi (East Med) üzerinde bir anlaşma sağlamışlardır. Bu boru hattının İtalya’ya kadar ulaşan 1900 km mesafesi 7 milyar dolara ve 7 yıla mal olacağı belirtilmektedir (Doğru, 2015:507-510). 2021 yılına geldiğimizde bu projenin ihtimali azalmıştır. Çünkü ihraç edilecek gazın Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden de AB’ye ulaştırılması en akılcı ve ekonomik seçenektir. Ancak GKRY ile arasındaki ilişkiler bu durumdan olumsuz etkilenecektir. İsrail ile Lübnan arasında da MEB anlamında krizler yaşanmış olup 2018 yılında Lübnan tartışmalı biçimde kendi MEB’ini İsrail’in alanını da kapsayacak şekilde ilan etmesi ve yabancı şirketlere bu sahalarda arama izinleri vermesi İsrail’i kızdırmıştır. Türkiye açısından baktığımızda East Med projesi ile Türk kara sularına girmeden Türkiye'yi projeye dahil etmeden İsrail doğal gazını Avrupa’ya taşıma amaçlı bu projede Doğu Akdeniz gazının Avrupa’daki pazarlara iletilmesinde en güvenli ve ekonomik rotanın Türkiye olduğu görmezden gelinmektedir. Bu projenin güzergahı, Türkiye-Libya arasında 2019 yılında imzalanan deniz yetki mutabakatı ile çakışıyor olması diplomatik gerginlik konusu olmuştur (İstikbal, 2021:229-232).

4.2.3. Lübnan 

Doğu Akdeniz’de hakkı olan ve kıyısı olan bir başka devlet olan Lübnan yakın bir zamanda önemli derecede kendi sahasında gaz rezervi kestiriminde bulunmuştur. Ancak Lübnan kendi iç sorun ve karışıklıklarla uğraştığından bu alanda pek etkili olamamıştır. Levant rezerv sahasının belli bir kısmı Lübnan’ın deniz yetki alanına girmekte olup rezerv miktarı 25 trilyon m3’dür. Toplam rezerv 50-227 trilyon m3 olduğu düşünülmektedir. İsrail Lübnan ile bu sınıra rağmen iş birliği içerisinde olmamaktadır. Lübnan’ın bölgede yer alan ülkelerin tavrına ilişkin durumunu Lübnan hükümetinin BM Genel Sekreterliği’ne 2011 yılında göndermiş olduğu bir mektupta İsrail ile GKRY arasında imzalanmış anlaşmanın “Lübnan’ın egemenlik ve ekonomik haklarının ihlali” ve “bölgedeki barış ve güvenliğine” bir tehdit olarak algıladığını ifade etmiştir (Aksoy, 2016:12). Lübnan Levant havzasının hidrokarbon rezervleri yönünden en zengin tarafında yer almaktadır. İsrail MEB alanı Lübnan MEB alanı belli bölgede çakışmaktadır. Lübnan BMDHS’ne taraf ve MEB Sınırlarını 2011 yılında BM’ye bildirmiştir.  İsrail bu antlaşmaya taraf olmamıştır (İstikbal, 2021:227-228).

4.2.4. GKRY

GKRY önemli enerji talep ve arz merkezleri ve petrol direk geçiş taşımacılığında önemli bölge olan Süveyş kanalı arasında stratejik bir yer olmayı hedeflemektedir. Bu hedefe yönelik olarak Kıbrıs adasının güney tarafında yer alan Vasilikos’ta bir enerji tesisi oluşturma projesini devam ettirmekte ve bazı yatırımları da planlamaktadır. Kıbrıs çevresinde keşiflere yönelik ticari ilgi çok yüksektir ve arama faaliyetleri devam ediyor, bu da ek keşifler sağlayabilir (Karagöl ve Özdemir, 2017:36-37). 

Kıbrıs'ta gaz arama konusundaki ticari ilgiye rağmen Türkiye bu konuda bir zorluk teşkil etmektedir. Türkiye kendine ait gördüğü alanlarda arama faaliyetlerine itiraz ederek kendi MEB'ini ve Kuzey Kıbrıs'ın (KKTC) durumunu bildirmiştir. İhtilaflı görüşler ve Türk askeri gemileri de dahil olmak üzere çok sayıda geminin olaya karışması, Doğu Akdeniz sularında sınırlandırma iddiaları merkezli bir çatışma durumunu artırıyor (Doğru, 2015:514). Türk donanmasına ait gemiler, Türkiye'nin ilan ettiği bölgelere girmeye çalışan yabancı sondaj gemilerine meydan okumaktadır. GKRY, son yıllarda Türk hukukunun yetki alanı içinde gördüğü alanlarda keşif yapmaktadır.

Doğu Akdeniz'de keşfedilen doğal gaz rezervlerinin büyük çoğunluğu Kıbrıs Adası etrafında olması GKRY’yi heyecanlandırmış ayrıca AB’yi de bu heyacana ortak etmiştir. Rusyaya bağlı olan AB için Rus gazına gerçek anlamda bir alternatif olarak görülmektedir. AB’den net destek alan GKRY, belirlediği parsellerde araştırma inceleme ve ruhsatlandırma çalışmasına başlamıştır. Bu çalışmalar ile GKRY tarafından yapılan 13 parsellemeden 1,4,5,6,7 numaralı parseller Türk kıta sahanlığı ile çakışmaktadır (Hava, 2020:694). Bu parsellerden 8. parsel KKTC’nin TPAO’na ruhsatlandırdığı alandır ve KKTC ile Türkiye arasında kestirimi yapılan alanlarda hidrokarbon kaynaklarının araştırılması ve çıkarılması ile ilgili TPAO ile üretim paylaşımı antlaşması imzalanmış olup bu olaylar süreci şüphe götürmez biçimde Akdeniz’deki mücadele ve gerginliğin durumunu giderek arttırmıştır (Örnek ve Mızrak, 2016:21-22).

4.3. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Enerji Güvenliği 

Türkiye, 1792 km uzunluğundaki Akdeniz kıyı sınırından dolayı Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı sınırına ait bir devlet konumundadır. Kıbrıs Adası’nın batısı ve kuzeyi deniz yetki sahaları noktasında Türkiye’nin egemen devlet olarak hak ve meşru çıkar sahibi bulunduğu bölgedir. Türkiye, Doğu Akdeniz’de (Libya ile imzalanan ve anlaşma sağlanan alan haricinde) MEB ilan etmediğinden, bu bölgede sahip olduğu haklarını «Kıta Sahanlığı» aracılığıyla kullanmaktadır. KKTC 11’de Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na, KKTC deniz yetki alanlarında petrol ve doğalgaz arama ruhsatı verme kararı almıştır (İstikbal, 2021:277-278). Bu ruhsatın tamamı GKRY tarafından tek taraflı olarak ilan edilen Münhasır Ekonomik Bölge sınırları içerisinde yer almaktadır. Türkiye bölgede etkin olarak sondaj gemileriyle KKTC’nin ruhsat verdiği KKTC’nin kendi münhasır ekonomik sınırları içinde yer alan yedi alanda sondaj ve arama çalışmalarını yürütmektedir. 

Türkiye uluslararası alanda Lübnan, İsrail ve Mısır ile görüşmeler gerçekleştirmiş ve bu ülkelerin GKRY ile kendi aralarında Kıbrıs çevresinde bulunan rezervler için yapmış oldukları karşılıklı sınırlandırma antlaşmalarının hem uluslararası hukuk açısından ihlal edilmesini hem de kendi çıkarları açısından dezavantajlarını açıklayarak bölgenin durumunu sağlıklı bir noktaya oturabilmesi adına çalışmalar gerçekleştirmiştir. Bu durum sonuç vermiş ve Türkiye tarafının ilan ettiği savaş sebebi sayma meselesinde dolayı Yunanistan, GKRY ile bu noktada bir çalışma yapmamıştır. Türkiye ile İsrail arasında büyük bir soruna dönüşen Mavi Marmara meselesinde sonra İsrail ile GKRY yakınlaşmış ve GKRY, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kendi ve KKTC’nin haklarını savunma çabalarına karşı İsrail ile birlik oluşturmak istemektedir (Kedikli ve Çalağan, 2017:131-133). Fakat burada enerji güvenliği çerçevesinde İsrail’in dışsatım yapacağı gaz açısından en makul, ekonomik ve akılcı rota Türkiye’dir.

Doğu Akdeniz’in en önemli güç unsurlarından biri olan Türkiye gerek kendi gerekse de KKTC’nin uluslararası hukukta var olan bölgede yapabileceği paylaşımlardan doğan haklarının koruyucusu ve temsilcisidir. Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC münhasır ekonomik bölgelerini bölgede açıklamak suretiyle GKRY’nin karşılıksız olarak duyurmuş olduğu toplamda 51.000 km2 ve 13 parsele bölünmüş olan münhasır ekonomik bölgeye karşı çıkmıştır (Hava, 2020:694). Bu açıdan, Türkiye’nin ortaya koymuş olduğu münhasır ekonomik bölgeye göre; Mısır anakarası ile Türkiye anakarası arasında karşılıklı olarak kalan bölge, kendi haklarından dolayı Mısır ve Türkiye arasında paylaşılmalıdır. Dolayısıyla 1., 4., 5., 6. ve 7. parsellerin bir bölümünün Türkiye’ye ait olması bu paylaşımla mümkündür. Türkiye ve KKTC de Doğu Akdeniz’deki bu gelişmelere tarafsız kalmayarak, buradaki uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını korumuştur (Kısacık ve Helvacıköylü, 2020:138).

5. SONUÇ 

2000’li yılların ortasından beri mevcudiyeti görünmekte olan Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları bölgenin stratejik açıdan önemini arttırmış olup bölgeye kıyıdaş devletler arasındaki var olan ilişkilerin temel yapısını da çeşitlendirmeye başlamıştır. Dünyada hali hazırda var olan doğalgaz arzında yeni bir üretim ve dağıtım kaynağı ortaya çıkmış olup mevcut kaynakların pazar paylarını etkilemiştir. Bu noktada Ortadoğu barışından Türkiye-Avrupa ilişkilerine kadar birçok mesele farklı ve yeni dinamikler üzerinden değerlendirilmeye başlanmıştır. 

Son birkaç yıldır Doğu Akdeniz bölgesinde yeni yapılan enerji kaynaklarına yönelik keşifler, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin uyuşmazlıklar, sismik araştırmalar ve Suriye ve Irak sorunları yalnızca bölgede yer alan ülkeler çerçevesinde değil en başta ABD, AB ve Rusya olmak üzere küresel anlamda varlığını kanıtlamış güçler açısından da politik olarak gerilimin ve rekabet edebilmenin sıklaştığı yeni bir sürecin göstergesi olmaktadır. Doğu Akdeniz’de yaşanmakta olan mevcut ilerlemeler Türkiye ve KKTC açısından değerlendirildiğinde, Türkiye’nin ve Kıbrıs’ta yaşamakta olan Türklerin uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatlerini direk olarak tehdit eden bir durum oluşturmuştur. İsrail-GKRY-Yunanistan ekseninde şekil bulan Türkiye karşıtlığı yapmakta olan koalisyon, ABD ve AB’nin etkili bir desteğini almak suretiyle Türkiye’yi ve Kıbrıs Türklerini Doğu Akdeniz’de akıl almaz derecede görmezden gelen projeler ve senaryolar yapmaktadır. Yakın zamanda, Türkiye-AB, Türkiye-ABD, Türkiye-İsrail ve Türkiye-Mısır arasındaki siyasi mücadele ve uyuşmama durumlarının da fırsat çevrildiği bu konjonktürde Türkiye, Doğu Akdeniz’de ötelenme, yok sayılma, yalnızlaştırılma ve çevrelenme politikasıyla karşı karşıya kalmaktadır. Özellikle son birkaç yılda Doğu Akdeniz bölgesinde alenen şekillenen Türkiye’ye karşı olanlar koalisyonu, Türkiye’yi ve Kıbrıs Türklerini Doğu Akdeniz’de meydana gelen yeni enerji politika ve hedeflemelerin dışına itmeye matuftur. ABD ve AB gibi bölgede yer alamayan oyuncuların açık desteğini alan Yunanistan ve GKRY uluslararası hukukta da kendine yer bulan orantısallık, hakkaniyet ve coğrafyanın üstünlüğü ilkelerine karşı olarak deniz yetki alanlarını belirleme noktasına gitmiştir. GKRY’nin de Doğu Akdeniz’de ve Yunanistan’ın Ege’de uluslararası hukuku tanımaz bir biçimde deniz alanlarını çizmeye yönelik çabası Türkiye’yi adeta çok dar bir alana sıkıştırmayı hedeflemektedir. Hakeza Mısır, İsrail ve Yunanistan öncülüğünde oluşturulan ve ileri vadede bölgesel enerji gruplaşmasına çevrilmek istenen Doğu Akdeniz Gaz Forumu esasında bu bölgedeki en önemli oyunculardan ve güç dengesi açısından da önemli bir konumu olan Türkiye’yi ve dolayısıyla Kıbrıs Türk toplumunu mevcut enerji denkleminin ötesine itmektedir. Tüm yaşanan bu gelişmelerin farkında olan Türkiye’nin gerek BM bünyesinde yapmış olduğu siyasi ve politik girişimler gerekse de arama, inceleme ve sondaj faaliyetleri çerçevesinde yapmış olduğu karşı hareketler kesinlikle Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin uluslararası hukuktan doğan meşru ve hukuksal haklarını savunmaya yöneliktir.

                    KAYNAKÇALAR

Aksoy, M. (2016). Dünyanın Enerji Görünümü, İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi Araştırma Raporu-25, Ekim 2016, s. 1-26. https://www.insamer.com/tr/uploads/pdf/rapor-dogu-akdeniz-enerji-rekabeti.pdf Erişim Tarihi, 27.12.2022.

Alhan, M. A. (2021). Doğu Akdeniz Enerji Kaynakları Ekseninde: Türkiye, Avrupa Ve Abd Basınındaki Haber Başlıklarının Karşılaştırmalı Duygu Analizi, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık/Güz 2021, Cilt 20, Sayı 42, Sayfa 1438- 1466, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1750493 Erişim Tarihi, 13.11.2022.

Aşçı, M. E. (2020). Doğu Akdeniz’de Enerji Kaynaklarının Jeostratejik Önemi Ve Türkiye’ye Yansımaları (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Medipol Üniversitesi, İstanbul.

Aydın, C. (2022). Enerji Arz Güvenliği Ve Türkiye – Doğal Gaz Tedarik Ve Bağımlılıkları Açısından İnceleme. Malatya Turgut Özal Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Dergisi, 3 (2), 87-103. https://dergipark.org.tr/tr/pub/mtuiyb/issue/73081/1123113, Erişim Tarihi, 29.10.2022.

Doğru, S. (2015). Doğu Akdeniz’de Hidrokarbon Kaynakları ve Uluslararası Hukuka Göre Bölgedeki Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge Alanlarının Sınırlandırılması, Türkiye Barolar Birliği Dergisi. 119, 504-554. http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2015-  119-1503 Erişim Tarihi, 24.12.2022.

Engin, N. (2013). Enerji Kaynağı Olarak Doğalgaz ve Türkiye. Marmara Coğrafya Dergisi, 0 (22), 233-244. https://dergipark.org.tr/tr/pub/marucog/issue/469/3798, Erişim Tarihi, 22.10.2022.

Ertuğrul, Ü. E. (2017). Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesine Göre Kıyı Devletinin Egemen Hakları Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XXI, Y. 2017, Sa. 1.

Hatipoğlu, E. (2019). Enerji Güvenliği, Güvenlik Yazıları, No. 44, https://trguvenlikportali.com/arastirma-2/guvenlik-yazilari/ Erişim Tarihi, 10.12.2022.

Hava, H. T. (2020). Doğu Akdeniz’deki Doğal Gaz Rezervlerinin Ekonomik ve Güvenlik Boyutuyla Türkiye Açısından Değerlendirmesi, Güv. Str. Derg. 2020, 16(35): 675-706 DOI: 10.17752/guvenlikstrtj.807021, https://dergipark.org.tr/tr/download/article- file/1333041 Erişim Tarihi, 18.11.2022.

İstikbal, C. (2021). Enerji Kaynakları ve Deniz Yetki Alanları Bakımından Doğu Akdeniz Sorunu, Seçkin Yayıncılık 2. Baskı, Ankara. https://www.turcademy.com/tr/kitap/enerji-kaynaklari-ve-deniz-yetki-alanlari- bakimindan-dogu-akdeniz-sorunu-9789750273759, erişim Tarihi, 03.11.2022.

Karagöl, E.T. ve Özdemir, B. Z. (2017). Türkiye’nin Enerji Ticaret Merkezi Olmasında Doğu Akdeniz’in Rolü, Rapor, SETA Yayınları 92. https://www.setav.org/assets/uploads /2017/09/DOGU_AKDENIZ.pdf?ysclid=lcuxuvby5676318566 Erişim Tarihi, 24.11.2022.

Kedikli, U., Çalağan, Ö. (2017). Enerji Alanında Bir Rekabet Sahası Olarak Doğu Akdeniz’in Önemi. Sosyal Bilimler Metinleri, 2017 (1), 120-138. https://dergipark.org.tr/en/pub /sbm/issue/47259/596563 Erişim Tarihi, 19.12.2022.

Kısacık, S. Helvacıköylü, G. (2020). Doğu Akdeniz’deki Enerji Temelli Askeri Güvenlik Gelişmelerinin Türkiye’nin Doğu Akdenizli Komşuları ve Küresel Güçlerle Olan İlişkilerine Yansımaları, UPA Strategic Affairs, Vol. 1, No: 1, pp. 85-145, https://dergipark.org.tr /tr/download/article-file/1646181, Erişim Tarihi, 22.10.2022.

Örnek, S., Mızrak, B. (2016). Bir Güvenlik Sorunu Olarak Kıbrıs’ın Enerji Kaynakları ve Uluslararası Aktörlerin Politikaları, Bilge Strateji, Cilt 8, Sayı 15, https://dergipark.org.tr /en/download/article-file/677136 Erişim Tarihi, 04.12.2022.

Özekin, M. K. (2020). Doğu Akdeniz’de Değişen Enerji Jeopolitiği ve Türkiye. Güvenlik Stratejileri Dergisi, 16 (33), 1-51. https://dergipark.org.tr/tr/download/article- file/1051717, Erişim Tarihi, 09.11.2022.

Peker, H. S., Öztürk Oktay, K., Şensoy, Y. (2019). Doğu Akdeniz’de Deniz Yetki Alanları ve Enerji Kaynakları Çerçevesinde Türkiye’nin Enerji Güvenliği. Güvenlik Bilimleri Dergisi, 8 (1), 85-106. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/711848 Erişim Tarihi, 15.12.2022.

Türkiye Petrolleri A.O. (2021). Petrol ve Doğal Gaz Sektör Raporu, https://www.tpao.gov.tr/file/2208/2021-sektor-raporu-95662fe47ebd9c5f.pdf Erişim tarihi, 05.11.2022.

Ünal, M. (2015). Soğuk Savaş ve Sonrası Doğu Akdeniz’de Küresel Hamleler-1, Beta Yayım, 1. Baskı, İstanbul.

Yıldız, D. (2009). Doğu Akdeniz’de Isınan Sular, Bizim Kitaplar Yayınevi, İstanbul. 


29 Mart 2017 Çarşamba

ALİAĞA RAFİNERİSİNİN KURULUŞ YERİ


Kuruluş Yeri Etmenleri
    
     Genel olarak işletmeler kuruluş yeri seçiminde belli başlı ögeleri kuruluş aşamasında göz önünde bulundurur. Çünkü daha sonradan karşılaşılabilecek sıkıntıları en asgari düzeye indirgemek maliyet açısından önem arz eder. Ögeler; taşıma, ham madde, pazar alanı, iş gücü, su ve su kaynakları, iklim koşulları, sosyal ve kültürel koşullar, enerji kaynakları, jeolojik koşullar. İşletmeler faaliyetlerini sürdürebilmek için bu ögeleri dikkate almak zorundadırlar.
    
Aliağa Rafinerisinin Kuruluş Yeri Seçimi

     İzmir’de ticaretin büyük bir bölümü deniz yolu üzerinden gerçekleşmektedir. Hem ulusal hem de uluslararası düzeydeki ticaretimizin konumsal açıdan en önemli bölümü İzmir’de gerçekleşir. İzmir Limanı ihracat ve ithalat açısından önemli bir yere sahiptir. Ayrıca sadece endüstriyel anlamda değil tarımsal anlamda da hinterlandı geniştir. Bu durum, çevresinde kurulacak veya kurulmuş olan işletme veya sanayi açısından büyük bir değere sahip olduğunu gösterir. Ticaretin yoğun bir şekilde gerçekleştiği bu yer, faaliyetlerin sürdürülebilirliği ve etkinliğin sağlanması yönüyle gözde bir yerdir. Aliağa İzmir’in kuzey ilçelerindendir. Burada kurulacak herhangi bir kuruluş, İzmir ve ticaretini dikkate alacağı ortadadır. Aliağa Rafinerisi de gerek ulaşım gerek jeolojik gerekse de enerji bakımından kuruluş yer seçimi tartışılmaksızın yerinde bir seçimdir. Ancak tarıma, çevreye ve doğaya verdiği zararlar tartışılmaya açıktır.  

Aliağa Rafinerisinin Kuruluş Yerinin Kaynaklar Açısından Değerlendirilmesi
   
     Aliağa Rafinerinin kurulduğu bölge birçok farklı kaynaklara sahip bir bölgedir. Kaynakların bol olması işlerin daha kolay hale gelmesini sağlamaktadır. Aliağa'daki enerji tüketimi İzmir’dekinden daha çoktur. Sebebi bu sanayi kuruluşlarından kaynaklanmaktadır. Yeraltı ve yer üstü kaynaklarının zengin olması, kuruluş aşamasında dikkate alınacak ilk önemli durumlardır. Sulak alanların varlığı da mevcuttur. Zengin olarak bulunan çeşitli kaynakların yanı sıra aktif faylar da bulunmaktadır. Bu fayların aktif olduğunu yaşanan depremler kanıtlar niteliktedir. Aslında fayların varlığı olumsuz bir etkendir. Ancak tüm olumluluklar bir arada olacak değildir.



Aliağa Rafinerisinin Kuruluş Yerinin Ulaştırma Açısından Değerlendirilmesi
    
     Aliağa Rafinerisinin kuruluş yeri, ulaşım açısından pek çok avantajlara sahip bir yerdir. Arazi faktörünün kara yolunu kötü yönde etkilememesi, engebesiz bir arazinin varlığı ve dağların denize dik uzanması kara yolu açısından olanakları mümkün hale getirmektedir. Ayrıca demir yolu hattının da varlığı oldukça etkilidir. Kara yolu ve demir yolu bakımından bölgenin giriş kapısına kadar ulaşım olanağı sağlanması büyük avantaj yaratmaktadır. Bu iki ulaşım ağının yanı sıra Türkiye'nin ticaret yoğunu İzmir Limanının bu bölgede varlığını koruması Aliağa için paha biçilmez değere sahiptir. Liman, yakın ülkelerin yanında Doğu ve Uzak Doğu ülkelerinin de sıklıkla tercih ettiği bir deniz ulaşımı olması ticaretin uluslararası boyuttaki düzeyini gösterir. Bu liman Aliağa Sanayi Bölgesi’ne 50 dakika uzaklıktadır ve demir yolu bağlantısı da vardır. İthalat ve ihracatın yoğun olarak yapıldığı İzmir Limanı Aliağa Rafinerisi için önemlidir. İthal petrolün işlenişi ve depolanması için büyük imkanlara sahip Aliağa Rafinerisi duraksamaksızın işleyişini sürdürmektedir. Deniz yolu, kara yolu, demir yolu ve hava yolunun birleşim merkezi İzmir'e yakınlığı, Aliağa'nın önemini yadsınamayacak niteliğe ulaştırmaktadır. 
     
Aliağa Rafinerisinin Kuruluş Yerinin Tarımsal ve Çevre Kirliliği Açısından Değerlendirilmesi

     Her sanayi kuruluşu veya işletmelerin çevreye verdiği zararın dikkate alınması gerekir. Aliağa ilçe sınırlarında kurulacak olan sanayiler veya işletmeler başta Aliağa olmak üzere Menemen, Foça ve Bergama ilçelerindeki tarımsal etkinliği kötü yönde etkileme olasılığı yüksektir. Ege Bölgesi tarımsal yönüyle yıllardır öne çıkmış bir bölge olması nedeniyle ve dünya çapında tarım etkinliğinde belli ürünlerde birinciliğe oynaması hafife alınacak bir durum değildir. Bu sebeple birçok kuruluş gibi Aliağa Rafinerisi’ de tarıma verilecek zararların ne gibi sonuçlar doğuracağını göz önüne almak zorundadır. Aliağa Rafinerisi kuruluş bakımından çok iyi bir seçim yapmasına karşın tarıma verdiği zarar bu etkinliğini yitirmesi açısından önemlidir. Tarımsal yoğunluğun fazla olduğu bu bölgede sanayi kuruluşların varlığı açısından acı bir durumdur. Aliağa ve çevresindeki tarımın ve hayvancılığın azalmasına neden olmaktadır bu tür kuruluşlar. Aliağa Rafinerisi kuruluş yeri seçimi bakımından, kendi karlılığı ve sürdürülebilirliği açısından olumlu iken çevreye ve genel olarak Ege Bölgesindeki zararı ortadadır.

28 Şubat 2017 Salı

KARBON SALINIMI VE KARBON PİYASASI

     
   Dünya nüfusunun her geçen gün artması ve teknolojik gelişmelerle ekonomik çalışmaların sayısı ve düzeyi artmaktadır. Bu artışla enerjiye olan talep ve ihtiyaçta artmaktadır. Enerji kullanımı da bu sebeple artmakta ve bu kullanımlarla birlikte hava kirliliği, küresel hava kirliliği, çevresel atıklar,  toprak ve su kirliliği ortaya çıkmaktadır. Küresel iklim değişikliğine neden olan sorunların başında insan gelir. Bu iklim değişikliğinin sonucu olarak ortaya çıkacak olan açlık ve kitlesel göçlere karşı önlem alınmaması beklenemez. Bu sebeple sera gazlarına karşı önlem alınması tek bir ülke ile düşünülemeyeceği gibi birçok devlet anlamında bir faaliyetle düşünülebilir ve bu da piyasayı akla getirir. Bu yöndeki çalışmalara da karbon piyasası denir.
   Günümüzde insanların en büyük isteği yaşadıkları ortamların sağlıklı olması ve yaşam düzeylerinin güzel olmasıdır. İnsanların kendi refah seviyeleri ve rahat yaşama isteği çevresel kaynakların bilinçsiz tüketilmesine ve kirletilmesine sebep olmaktadır. Bu istek sonucunda ortaya çıkan karbon salınımı ve küresel ısınma birçok çevresel felaketleri de beraberinde getirmektedir. Aslında genel bir çerçeve ile bakacak olursak, bu aralar dillerden düşmeyen küresel iklim değişikliğinin nedenlerinin yol açtığı sonuçların göz önünde bulundurulması ve yaşadığımız ortamların yaşanılamaz hale gelme korkusu muhasebe alanında faaliyet gösteren kişilerce hem kendi yararını gözeterek hem de topluma bir hizmet olarak bazı girişimlerde bulunulması ile bir gelişme sağlanmakta. Bu gelişme ileri düzeylere ulaşması ile piyasayı meydana getiriyor ve yayılma süreci de başlamış oluyor.
   Geçmişten günümüze kadar süregelen küresel iklim değişikliği konusu, sanayinin gelişmesi ve modern dönem dediğimiz zamana giriş yapmamızla gündeme getirilmeye başlanmış ve üzerinde gerçek anlamda hem sosyolojik açıdan hem de bilimsel anlamda çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Aslında sanayinin gelişmesi ile daha çok karbon salınımı yaşanması da küresel iklim değişikliği konusunda en büyük etkilerden biridir. Bu nedenle hem sanayi dediğimiz hem de pazar dediğimiz alanlardaki gelişmeler göz önüne alınırsa temiz çevrenin ve temiz yaşam alanlarının korunması gerektiği önem arz etmeye başlamıştır. Karbon konusu gerek AB gerekse de Türkiye açısından birincil olmasa da önemli seviye de ele alınan konuların başında gelmiştir. Bu anlamda kuruluşlar öncelikle kendi yararını gözetecek şekilde karbon piyasasına yaklaşmışlardır. Karbon piyasası, amaç olarak temiz çevre, yaşam koşullarının iyileştirilmesi, karbon salınımlarının azaltılması gibi durumlardan dolayı Yeşil Tedarik Zincirini anımsatır. Yeşil Tedarik zinciri, yeşil satın alma, yeşil üretim yönetimi ve lojistik süreci olarak tanımlanabilir. Ayrıca üretim de veya üretim sonrasında, doğaya veya bizim çevremize faydanın maksimum olması da denilebilir. Karbon Piyasası da benzerdir ama sistem farkı var.
  
 Arz Edenler
    
   Karbon salınımının azaltılması amacıyla çeşitli mekanizmalar geliştirilmiştir. Bunlardan biriside, Uluslararası Salım Ticareti Sisteminin kurulmasıdır. Bu sistem de ülkeler uluslararası karbon kredisi piyasalarında ticaret yapabilmektedir. Üretim fazlası kredisi olan ülkeler bu kredileri; salım sınırlaması olan ülkelere azaltım şartları çerçevesinde satış yapabilmektedir.
 Bilgi: ‘’2005 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi çerçevesinde iklim değişikliğine küresel bir tepki olarak Kyoto Protokolü gündeme gelmiştir. 188 ülke, Avrupa Birliği ve Türkiye'nin taraf olduğu bu protokole göre insan kaynaklı karbon salınım miktarının 2008-2012 yılları arasında 1990’da ki seviyesine göre en az %5 oranında azaltılması amaçlanmıştır.’’
   Dünyamız yaşlandıkça yaşam olanaklarımızın da kötüye doğru yol alması nedeniyle gerek siyasi gerekse de ekonomik kuruluşların bu konuda etkinlik gösterip çeşitli birleşmelerle veya yönelimlerle önlem almaya çalışmışlardır. Bu kuruluşlar uluslararası alanda çalışmalarla belli bir piyasa oluşturarak bu duyarlılığı başlatarak arzı gerçekleştirmişlerdir.

Talep ve Toplumsal Fayda ile İlişkisi

   Talep konusunda toplumun etkisi büyüktür. Çünkü toplumun faydasına olmayan hiçbir duruma kuruluşlar dahil olmaz. Toplumun faydası demek kuruluşların karı ve güvenilirliği demektir. Küresel iklim değişikliği toplumun ilgilendiği konuların başında gelir. Bu nedenle toplumun dışında kalamayacak derecede etkileşimi vardır. Yaşamımızı tehdit eden durumlar için alınacak önlemler ilgimizi yoğun bir şekilde bu piyasaya çeker.
   İşletmelerin kuruluş amaçlarında yer alan topluma fayda ilkesi, işletmelerin sürekliliği açısından pek çok öneme sahiptir. Toplumla var olma felsefesi çerçevesinde toplumsuz hiçbir yönelim düşünülemez. Toplum dediğimiz şeyin içinde kendisi de yer alan işletmelerin topluma aykırı davranması düşünülemez ve beklenemez. Yoksa kendi ayağına kurşun sıkmak gibi bir şey olur. Aslında toplumun faydası dediğimiz şey toplumun istekleridir. Toplum kendisi için en iyi durumu ister, kuruluşlar veya işletmelerde bu duruma en iyi cevap vermeye çalışır. Bu nedenle ‘küresel iklim değişikliği’ çerçevesinde düşünecek olursak, insanların kendi yarattığı bu bozulmayı önleme isteği de kendisinde oluşmaktadır. Bu isteğin yerine getirilmesi tek tek insanlar tarafından yerine getirilemeyeceği için birilerinin düşünüp tartışması ve bir topluluğun bu konuda oluşması gerekir. Bu oluşumda siyasi veya ekonomik yönden olabilir. Ekonomik yön daha ağır bastığı için bu yönde adımlar daha göze çarpar.

21 Ocak 2017 Cumartesi

ÜRETİM VE TÜKETİM YÖNETİMİNDEN YÖNETİŞİME DOĞRU

     
       Sanayi devriminden sonra yaşanan devinimlerden birisi olan Fordist üretim şekli ile seri üretim, makineleşme ve daha çok ve daha hızlı fabrikalaşma baş göstermiştir. Bu üretim sürecindeki değişiklikler sadece dar anlamda üretim düzeyinde etkisini göstermekle kalmayıp daha geniş alanlara yayılmıştır. Fordist modelin getirdiği hareketli bant sistemi ile işletmeler/fabrikalar/kuruluşlar daha çok çıktı elde ederek daha az maliyetle üretim sürecinde yol almışlardır. İşletmelerin sürekliliği varsayımı gereği maliyet-girdi-çıktı analizi yapmaları ve daha etkili ve verimli bir bileşen elde etmeleri için organizasyonlarında büyük yenilik ve dinamizm sağlamaları gerekmekteydi. Bu süreçte kuruluşlar daha çok çıktıyı daha az ham madde ve işçilik maliyetleri ile elde etmeyi başarmışlardı. Ancak bu durum belli bir süre sonra sorunları da beraberinde getirecekti. İşçilerin çalışma koşulları, yaşam alanları, emeğin karşılığı ve beklentileri sürekli birbiri ile çatışmaya başlamıştı.
       Fordist üretim süreci ile hız kazanan tek düzelik, sıradanlık ve işe yabancılaşma yerini insanı ön plana çıkaran insana değer veren ve bir makinenin dişlisi olarak görmeyen yeni bir sürece bırakmıştı. Post-Modern diye adlandırılan bu dönemde çalışanların çalışma hayatlarının yanı sıra toplumsal, sosyal ve özel hayatının da ele alınması ile yeni akımlar meydana gelmiştir. Bu akımlar ile birlikte yeni hedefler, yeni vizyonlar ve de yeni misyonlar belirlenmiştir. Bunlardan en önemlisi tüketiciyi hedef alan ve tüketiciyi kendine çekme gücünün keşfedildiği “reklam” ve “reklamcılık” faaliyetleridir. Tüketicinin iradesine, arzularına, isteklerine ve ihtiyaçlarına bir nevi ipotek koymaktadır. Artık kişi kendisinin isteklerinin esiri olmaktan çıkıp ona sunulanın esiri olmaya başlamış ve de tüketim çılgınlığı ve tüketim toplumuna dönüşmeye başlamıştır. Bunun ile birlikte yaşanan gelişmeler her zaman “tüketim” etrafında toplanmış ve merkeze yerleştirilmiştir. Dünya da yaşanan her alandaki “yeni” diyebileceğimiz gelişmeler tüketim merkezli bir sarmala yerleşmekteydi. Teknolojiden sağlığa, gıdadan pazarlamaya, satıştan alışa, ticaretten üretime, finanstan planlamaya her alanda merkezi olarak düşünülmesi gereken ''tüketimdir''.
       İstek, arzu ve ihtiyaçlarımızın ipotek altına alınması ile birlikte daha çok satma daha farklı üretim ve daha çok kazanç ile işletmeler, kurumlar ve kuruluşlar planlı diyebileceğimiz demodeliğe girişmişlerdir. “İcat edilebilecek her şey icat edilmiştir” sözü bir nevi yerini korumaktadır. Zira günümüzde icat denilen durumların eskinin devamı ve geliştirilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Eskinin ürünün yerini bir kaç özellik almış “yeni ürün” almaktadır. Planlı demodelik ile kastedilen durum da yeninin özellik katsayısının artmasıdır.
       Tüketim alanında yaşanan bu gelişmeler ile birlikte organizasyonların yapısında da buna paralel olacak bir şekilde gelişmeler yaşanmıştır. Öncelikle insanlık tarihinin yaşadığı ve yaşamakta olduğu üç gelişme vardır. Bunlar; üretim toplumu-tüketim toplumu-bilgi toplumudur. Günümüz dünyasında bilgi toplumu olarak varlığımızı sürdürmekteyiz. Üretim sürecinde insanın yerini alan makineler ile birlikte insan, üretimi yöneten hale gelmiştir. Artık az kişi ile yönetim, çok kişi ile üretim süreci tersine dönmüş ve de çok kişi ile yönetim sürecine girilmiştir. İşletme ve kuruluşların giderek büyümesi ile yönetme durumu da zorlaşmıştır. Kurum ve kuruluşların bünyeleri üçe ayrılmıştır; iş yapan, işi takip eden ve işi yönetendir. Bu hiyerarşik bir tabloya dönüşmüştür. Alt kademeden orta kademeye ve üst kademeye doğru yayılan bir hiyerarşidir. Sayı bakımından alttan yukarı doğru bir azalma olsa da bilgi bakımından bu durum tam tersinedir. Çalışanların işi yönetme-yöneltme, koordinasyon ve yerine getirme durumları belirli bir plan belirli bir hedef belirli bir amaç etrafında gerçekleşmektedir. Bu amaç kurum veya kuruluşun veya toplumun faydasının gözetilerek yapılması en uygun adım olarak nitelendirilir. Yönetme ve yönetim kavramı da bu süreçler zarfında ortaya çıkmıştır. Bilgi toplumunun en önemli unsuru haline gelmiş ve hızla büyüyen gelişen toplumların (bilgi açısından) sadece yönetim ile yetinememesi sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Bu sorunların en başında yönetim durumunun tek elden, merkezden veya tepeden yapılması gelir.
       Kurum ve kuruluşların küreselleşen dünyada ele aldığı bir takım yeni düzenlemeler mevcuttur. Bunlar günümüzde uygulanması gereken en önemli faktörler olarak görülmektedir. Bu faktörler, koordinasyon, eş güdüm, uyum ve yönetişimdir. Kurum içinde çalışanların birbiri ile ilişkileri ve bu ilişkiler neticesinde de işin yapımına odaklanma ve en uygun düzeyde gerçekleştirmek için yönetimin en iyi yönetim biçimini uygulaması gerekmektedir. Tamamen dikey, hiyerarşiyi koruyan, alta yetki vermeyen ve üstten yetki almayan durumlarda çalışanların ve kurum dışındakilerin üzerinde bir baskı oluşacak ve baskıyı hissedeceklerdir. Bu durumun verimi etkilemesi kaçınılmazdır. Çünkü çalışan, yöneten ve bundan etkilenen üçüncü kişiler daha pasif davranma, isteksiz hareket etme ve de artık kişisel menfaat düşünülmeye başlanacağı açıktır. Bu sebeple üst ve alt çalışanlar arasında koordinasyon ya da eş güdümün yanında yetki devride söz konusu olmalıdır. Yetki devri sadece iş yükünü arttırmak ya da azaltmak olarak değerlendirilirse kötü bir sonuç gibi algılanır. Ancak yetki devri bu tanımın çok çok ötesinde bir durumdur. Zira yetki devri ile beraber üstün astına güveni artmakta astın da üstüne saygısı artmaktadır. Ast verilen görevi başarma çabası içerisinde bir mutluluk duyacaktır. Üst de kurumun daha önemli iş ve işlemleri için daha çok çaba sarf edecektir. Bunun gibi birçok neden sıralanabilir. Yani yetki devri kurum içerisinde yönetişimin önemli bir parçasıdır. Yönetişim, birlikte yönetme, birlikte çaba sarf etme, ortak amaç uğrunda birliktelik, yetki gasbı yapılmadan ortak payda da düşünebilme ve karar verebilme olarak tanımlanabilir. Bu yönetişimin kurumsal bir çerçevede tanımı olabilmektedir.  

26 Kasım 2016 Cumartesi

MODERN OLMAK İÇİN BATILI OLMAK GEREKMEZ

MODERN BATI MEDENİYETİ!
     Modern Batı Medeniyeti tarihteki en ilginç fenomendir ve eşi yoktur. Tarihte hiçbir medeniyet böyle değildir. İlk kez bir medeniyet tarihte bu şekilde ortaya çıkmıştır. Örneğin, bütün dünyayı yönetecek gücü elde edebilen tarihteki ilk medeniyettir. Bir şekilde dünyanın geri kalanı birleşse bu gücü tehdit edemez. Bu tarihte daha önce hiç olmadı. Bu gücü nereden aldılar? Halen devam eden ilginç bilimsel ve teknolojik gelişmelerden aldılar. Başınızı döndürecek daha pek çok şeyler oluyor ve son zamanlarda ilerleyen bu bilimsel ve teknolojik gelişmeler tarihsel bir fenomen olarak açıklanamaz. Fakat insanlık tarihinde tek eşsiz olaydır. Modern Batı Medeniyeti bu eşsiz gücü baskı 
yapmak için kullanır  ve bu tarihte şimdiye kadar görülmüş en büyük DESPOTLUKTUR. Modern Batı Medeniyetinin her köşesi düşük bir ahlak düzeyindedir. Dışarıdan altın gibi parlakken, içten içe çürüyen bir medeniyettir. Bu korkunç ve emsalsiz güce sahip olan ve insanlığa zulmeden Modern Batı Medeniyeti en köşe noktasına kadar içten içe ahlaken çökmüş bir medeniyettir. Aynı zamanda aldatma gücüne sahip bir medeniyettir. Dünyada bir misyonu olan medeniyet, biz bunu sömürgecilik dönemlerinde duyardık, Uluslararası İlişkilerde etkili, Jingoizmdir. İnsanoğlunu medenileştirme misyonudur. Bu misyon dünyanın geri kalanını sadece sömürgeleştirmez. Onlar dünyanın herhangi bir bölümünü sömürgeleştirdiklerinde, kendi kurumlarını oraya yerleştirmedikçe ve kendi kurallarını uygulayacak birilerini vekil bırakmadıkça "VEKALETEN", orayı onlara asla bırakmazlar. Zamanla insanlığın geri kalanını kendi Karbon Kopyalarına dönüştürme arayışında olurlar. Bu geçmişte daha önce hiç olmadı. Eğer burada ne olup bittiğini anlamaya çalışmıyorsam ben kuş beyinlinin tekiyim. Ne zaman uyanacağım! Ne zaman düşünmeye başlayacağım? Ne zaman Dünya benim için Mc Donalds hamburgerinden daha fazlası olacak? Neler Oluyor Burada... 
     İnançlı insanlar olduğumuz için savaşı zorunluluk dışında asla haklı gösteremezsiniz, asla. Sömürgeciliği asla haklı gösteremezsiniz, yada Emperyalizmi asla haklı gösteremezsiniz. Hayır, Afrika'da savaşlar yok, sadece üzücü hoşa gitmeyen ölümler var. Batı o ölümlerden "Medeniyet" yararları çıkardı. Çok kolay satın alabileceği yararlar. Çünkü o hayatları çok ucuza aldı. Çok ucuza aldı! Emperyalizm Deccal'in bu dünyada var olmasının anahtar faktörlerinden birisidir. Onun dünyanın geri kalanındaki hayatının görkemliliği bugün bizi getirdikleri noktadır. Doğal kaynaklar açısından dünyanın en zengin ülkelerinin aynı zamanda refah, zenginlik açısından en fakir ülkeler olmaları sadece bir tesadüf müdür? Üçüncü dünya ülkeleri aslında dünyanın en zengin ülkeleridir. Fakat Çağın sistemi tarafından yağmalandılar, sömürüldüler. İlah tanımaz dünyanın öğretisi:"Amaca giden her yol mübahtır." Tepedekiler(Çatı Akıl) tarafından oyuna sokulan bir felsefedir. Savaşı kızıştırmak için milyonlar ödeyen aynı dünya güçleri bütün kıtaları açlıktan kurtarmak için onda birini bile ödemezler. Hepsinden öte dünyanın geri kalanını daha fazla yozlaştırma girişimi vardır. Bizi kendi kültürümüzden ve inançlarımızdan uzaklaştırdılar ve ne yapılması gerekiyorsa zorla yaptılar.
     Batılı olmak için bir çok açıdan her şeye ve herkese kendisi için sahip olmak demektir. Batılı olmak bir çok açıdan Emperyalist olmak demektir. Göğsü kabarmış şekilde tüm dünyayı dolaşmak demektir. Her şeyin sahibi olarak çevreye bakmaktır. Onlar her şeyi yönettiklerini zannederler, sanki onlar dünyanın yöneticileri...
KİM OLDUĞUMUZU VE NEREDEN GELDİĞİMİZİ UNUTAMAYIZ. MODERN OLMAK İÇİN BATILI OLMAYA GEREK YOK. 

4 Ağustos 2016 Perşembe

KAPİTALİZMİN OYUNCAKLARI


     Dünya'nın geri kalanını kendi Karbon Kopyalarına dönüştürme tutkusu ve insanlığı kendi karbon kopyalarına dönüştürme sürecini ilerletmek için dünyayı bağlantılı kılacak, küreselleşme adında bir şey getiriyorlar. Tüm dünyayı birbirine bağlıyorlar. İşte bu şekilde tüm dünyayı birbirine bağlıyorlar. Televizyon İnsanlığın geri kalanının beynini yıkamak için başlıca unsur  olarak kullanılır ve insanlığı Batı'nın kopyası haline getirir. (SAVAŞ-TERÖRİZM)
Mesela gördüğüm şey toplumumuza ve kültürümüze bulaşmış markalaşmayı kullanmak ve bunu küreselleşmekle bağdaştırmaktır. Çünkü şimdi bir ayakkabı alacak olsanız elinizde küreselleşme hikayesi var demektir. Elinizde bir deri var ki; belki Arjantin'de üretilmiş ve Oregon'daki bir şirketle anlaşan Hong Konglu brokerlarla ticaret yapan Koreli bir üretici tarafından  Filipinler'e deniz yoluyla nakledilmiş, bu ürüne bakıp eğer bunun oluşması için gereken parçaları ayırt edebilirseniz, eğer küresel ekonomideki parçaları ortaya koyabilirseniz, işte o zaman anlarsınız. Şirketlerin size geçen yıl reklamlar vasıtasıyla ne kadar ayakkabı masrafı yaptırdıklarını, reklam için bir Süper Stara ne kadar ödediklerini, kazanan ve kaybedenler arasındaki küresel ekonomi eşitsizliğini düşünün. Araştırmalara göre son 6 yılda gördüğümüz şey, kabuğu soyulmuş ürünlerdeki markalaşma patlamasıdır. Markaların arkasına bakın nasıl üretildiklerini görmek için sahte görünüşünü soyun atın, Birleşik Devletlerde Nke işçilerinin, Gp işçilerinin, sponsor edilmiş İşçi Grupları vardır ki, bunlar ürünlerin nasıl üretildiğini anlatmak için kampüslere giderler ve tabi ki bu kampanyalar için rahatsız edici bir şeydir. Çünkü onlar Küreselleşmenin Motorları olmalarına rağmen, küreselleşmeye gerçekten inanmazlar, bu tarz bir küreselleşmeye değil, onların bütün sistemi üretim dünyasına bağlıdır. Tüketim dünyası sağlam bir şekilde durur ve bu bizim mükemmel parlak Küresel Dünyamızın ardındaki sırları öğrendiğimiz yerde insanlarla bağlantıdan uzak kalmazlar ve şimdi bu markalar pek çok açıdan küreselleşmenin en görünür hedefleri oldular. 
     Ne zaman bir Protesto gösterisi görsek; Stbks'ı, Gp'i, M.D..ds'ı koruyan gösteri polisleri(amerikan polisi) olur ve bu bana olağanüstü sembolik bir şey gibi geliyor. Onlar Küresel Dünyaya girişteki sahte görünüşü koruyorlar ve bunun meydana getirdiği şey, bunların hepsini bir araya getirmek ve mağazanın, Süper Market'in dışındaki markayı parlak bir görünüşe kavuşturmak ve ürünlerinizin nasıl kullanıldığını biliyoruz demek. Kampanyaların yaptığı budur. Küreselleşmeyi gerçek hale getirdiler. Diyorlar ki; bu yediğiniz yemekle ilgilidir, giydiğiniz elbise ile ilgilidir, çocuklarınıza aldığınız oyuncakla ilgilidir.
     Küreselleşme, Dünya üzerindeki endüstriyi birbirine bağlayan bir sistemdir ve size insanlığın onsuz yok olacağını söylerler, tıpkı makine gibi, birkaç ihtiyacını karşılayan, aynı iş çıkarlarını gözeten bir sistem. Küreselleşmiş dünyada şirketler, yaşayan, nefes alan insanlar gibidir. Modern Çağ efendiyi köle yapar. Bunlar, kanunlar tarafından dizayn edilen bir çeşit 
özel şahsiyetlerdir. Sadece kendi stokçuları içindir, iş gücü gibi yada her neyse, yatırım yapanlar için değil... Bu sistem olmadan yaşayamayacağımız ile aldatılıyoruz, FAKAT ASLINDA BİZ OLMASAK BU SİSTEM YAŞAYAMAZ. Tıpkı arı kovanı gibi... Hiç soru sormayan, çizgiyi aşmayan, Hapishane Baronlarına ihtiyaç duyan, onları seven Erkek arılara ihtiyaç vardır. İnsanlığımızı mı kaybettik? Makinenin Dişlisi mi olduk? Bir makine ki; Bizim üstümüzden ziyafet çekerek yaşayan, sayemizde oburca beslenen, sermayesini çoğaltmak için bizleri sindiren. SİZ BİR KURBAN MISINIZ? Sanırım İnsanların şirketlerle ilgili düştükleri hata şu: Tüm bu şirketlerin bizim gibi olduğunu düşünüyorlar. "General E. birçok hikayesi olan yaşlı bir adam gibidir", "Nike Genç, Enerjik", "Microsoft agresif", "Mc Dnlds genç, sempatik, açık, yürekli", "Monsnto kusursuz giyinen" gibi düşünceleri var insanların. İnsanlar sanıyor ki bu şirketlerin hisleri var, politikaları var, inanç sistemleri var. Ama gerçekten bir şeyleri var, o da bizdeki çeyrek TL'yi bile bize nasıl harcatacaklarıdır, HEPSİ BU. Tabi ki kazanç elde edecekler, bu iyi bir şeydir. Ancak bu iyi durum sadece ticaretin meşruluğu ile ilgilidir, yoksa çok ulusluluk ile ilgili değildir.   Bu Kapitalizmin bizim üzerimizde daha fazla yarar sağlaması için bir dürtüdür.

12 Haziran 2016 Pazar

AYDINLANMA İLE BÜYÜK BİR KARANLIĞA GÖMÜLDÜ AVRUPA


      Dışarıdan kazanılan bilgi kesinlikle önemlidir. Politikayla, Parasal Ekonomiyle Amerikan Dolarının önlenemez bir biçimde erimesiyle ilgili  olayları yıllardır çok yoğun bir şekilde gözlemliyoruz. Politikayı ve Ekonomiyi dışarıdan bakarak kesin bir şekilde gözlemlemek ve anlamaya çalışmak muhakkak önemlidir. Fakat bunun yanında içsel, sezgisel ve Ruhani bir anlayışla dış dünyanın içten hakikatinin ötesine gidebilmenin de  gerekliliği vardır. Gerçekte ve görünüşte Deccal'a bağlı olan her şeyin aslında birbirine karşı olduğunun farkına varmadıkça ve içsel gözle değil sadece dış bakışla kandırıldığını, yanlış yönlendirildiğini görene kadar bugünkü dünyayı anlayamaz ve yorumlayamazsın. Bu nedenle Dehşet Aldatmanın olduğu Çağın üstesinden gelebilmek için bizim bir Epistemolojiye (Bilgi Kuramına) ihtiyacımız var. Materyalist Toplumun Şans eseri oluştuğunu düşünmüyorsun değil mi? Bu öfkeli dünyaya şahit oldukça birey hiç durup gerçeğe bakıyor mu? Her an hayatımız hızla ve aceleyle geçip gidiyor ama hiç durup düşünüyor muyuz? Nasıl bu hale  geldi? Dünya sistemlerle işliyor, Mekanik bir Labirent, parmaklıkları görünmeyen bir hapishane gibi inşa edildi. Bizim güvensizliğimizi istismar eder, kendisini cehaletle zenginleştirir. Bizim heveslerimizi zapt eder. Bizim amaçlarımız sonsuza ulaşmaktan, geçici şeylere yalvarma olarak saptırıldı mı? Kendi kendimizi kaybettik mi? Peşinden koştuğumuz gerçek mi? Yoksa yanılsama mı? Arapçada Antichrist (Büyük Aldatıcı) "DECCAL" demektir. BÜYÜK ALDATICI! BÜYÜK ALDATICI! 
       Dünyanın en iyi milleti hangisidir? Kandırıldık mı? Onun yalanlarına inanmaya başladık mı? DEHŞET ALDATMANIN ÇAĞINDA MI YAŞIYORUZ? Onun Mutluluk, Başarı ve Gerçek tanımlamalarını kabul ettik mi? Yanlışa inanıp, doğruyu reddederek kandırıldık mı? Hile bu! Basit yaşamayı öğren, bundan nefret ederler.  "iyiyim" demeyi öğren, bunu tut, bundan nefret ederler. Allah'la yürü. Zihnini Özgür bırak! Bizim en üst noktaya yada en dip noktaya ulaşmamız lazım. Bizim gerçek Devlet yapısının olduğu yere ulaşmamız lazım, devlet içinde devletlik yapanlardan kurtulmak gerek, şuan Deccalin fedaileri körleşmiş ve izanı kaybetmiş durumdalar, kendi ülkesinin kendi vatanının insanlarına acımazlar, Deccalin bedduaları ile yaşayıp Deccalin emirlerine uyarlar ve sorgulamadan yerine getirirler. Bu sebeple ulaşmamiz gereken sistem Devlet Başkanlığıdır. Küresel Entrikalarda %99'luk kesim %1'lik kesim için çalışır. Ve bu %99'luk kesimin hiç sesini çıkarmamasının nedeni onların sahip olmak istedikleri her şey ile baştan çıkarılmalarıdır. TI adında bir Rap'çi bir kayıt yaptı. Dedi ki; "Sen Canının istediği her şeye sahip olabilirsin!"